İklim krizi ve çevre kirliliği, artık görmezden gelinemeyecek boyutlara ulaşmış durumda. Bu nedenle karbon emisyonlarını azaltmak, yenilenebilir enerji kullanımını yaygınlaştırmak ve atık yönetimini iyileştirmek, sanayinin en önemli gündem maddeleri arasında yer alıyor. Avrupa Yeşil Mutabakatı gibi küresel inisiyatifler, işletmeleri düşük karbonlu üretime yönlendirirken, tüketici beklentileri de giderek daha “yeşil” çözümler talep ediyor.
Yeni nesil sanayi, döngüsel ekonomi yaklaşımlarını benimseyerek atıkların yeniden kullanımını, geri dönüşümünü ve ürünlerin yaşam döngüsünü uzatmayı hedefliyor. Bu yaklaşım, sadece çevresel yükün azaltılmasını değil, aynı zamanda uzun vadede yeni gelir modellerinin ortaya çıkmasını da sağlıyor. Dolayısıyla sürdürülebilirlik, artık sadece çevre dostu bir yaklaşım olarak değil, rekabet avantajı yaratan stratejik bir faktör olarak kabul görüyor.

Yeşil dönüşüm, ekonominin ve özellikle sanayi faaliyetlerinin iklim dostu ve sürdürülebilir bir yapıya kavuşturulması sürecidir. Temel hedefi, karbon emisyonlarını azaltarak küresel ısınmayı sınırlandırmak ve aynı zamanda kaynak verimliliğini artırmaktır. Paris İklim Anlaşması’nın 1,5°C hedefi doğrultusunda küresel sera gazı emisyonlarının 2030’a kadar %45 azaltılması ve 2050’de net sıfıra indirilmesi gerekmektedir. Bu kapsamda, Kasım 2023 itibarıyla küresel emisyonların %90’ına yakınını oluşturan yaklaşık 145 ülke net sıfır emisyon hedefini açıkladı veya değerlendiriyor (Climate Action Tracker, 2023).
İklim değişikliği, artan sıcaklıklar ve sıklaşan ekstrem hava olaylarıyla tüm dünyada yaşamsal bir tehdit haline gelmiştir. Örneğin Şekil 1’de görüleceği üzere 2024 yılı, küresel ölçekte şimdiye kadarki en sıcak yıl olmuştur ve sıcaklıklar sanayi öncesine (1850-1900 dönemi ortalaması) kıyasla 1,53-1,60°C artış göstermiştir (Dünya Meteoroloji Örgütü, 2024). Bu rekor ısınmanın beraberinde getirdiği şiddetli iklim olayları, toplumsal ve ekonomik yaşamı ciddi biçimde etkilemektedir. Örneğin büyük sigorta şirketlerinden Munich RE, 2024 yılında dünya genelinde doğal afetlerin yol açtığı ekonomik kaybın 320 milyar ABD dolarına ulaştığını ve bunun 1980’den beri kayıtlı en yüksek seviyelerden biri olduğunu belirtmiştir.
| SKH Adı | Küresel Ortalama Yüzey Sıcaklığı | Küresel Deniz Seviyesi | Buzul Kütle Dengesi | Okyanus Isı İçeriği | Deniz Buzu Alanı | Okyanus pH (Asitlenme) | Atmosferik CO₂ |
| Açlığa Son | |||||||
| Sudaki Yaşam | |||||||
| Yoksulluğa Son | |||||||
| İklim Eylemi | |||||||
| Sürdürülebilir Şehirler ve Topluluklar | |||||||
| İnsana Yakışır İş ve Ekonomik Büyüme | |||||||
| Barış, Adalet ve Güçlü Kurumlar | |||||||
| Sağlık ve Kaliteli Yaşam | |||||||
| Karasal Yaşam | |||||||
| Temiz Su ve Sanitasyon | |||||||
| Sanayi, Yenilikçilik ve Altyapı | |||||||
| Eşitsizliklerin Azaltılması | |||||||
| Erişilebilir ve Temiz Enerji |
Şekil 1. Küresel ortalama sıcaklığın 1850-1900 ortalamasından sapması (°C)
| Firma | 2024 | 2030 | 2032 |
| Research and Markets | 25,47 | 73,90 | |
| Verified Market Research | 24,11 | 100,01 | |
| Precedence Research | 23,48 | 81,07 | 122,54 |
| Fortune Business Insight | 20,90 | 105,26 | |
| Grand View Research | 23,10 | 79,65 | |
| Ortalama | 23,41 | 78,21 | 109,27 |
Kaynak: Dünya Meteoroloji Örgütü (2024)
Dünya Meteoroloji Örgütü ana iklim göstergelerinin tümünde bozulmanın hızla devam ettiğini göstermekte ve bu gelişmenin birçok risk biriktirerek sürdürülebilir kalkınma hedeflerine ulaşmayı zorlaştırdığını belirtmektedir. Tablo 1’de yedi iklim göstergesinin doğrudan ya da dolaylı geribesleme mekanizmaları üzerinden hangi SKH’lerde bozulma riski yarattığı sunuluyor. Küresel ortalama yüzey sıcaklığındaki rekor artış, ısı dalgaları, kuraklık ve yangın sezonlarının uzamasıyla tarımbalıkçılık verimini düşürüyor; gıda fiyatlarını ve geçim kayıplarını tetikleyerek “yoksulluğa son” ve “açlığa son” hedeflerini zora sokuyor. Bu ısınma, altyapı hasarı, artan sağlık sorunları ve göç baskısıyla “sağlık ve kaliteli yaşam”, “sürdürülebilir şehirler ve topluluklar” ile “insana yakışır iş ve ekonomik büyüme” hedefleri üzerinde de zincirleme baskı kuruyor. Permafrost (donmuş toprak) çözülmesi, biyoçeşitlilik kaybı ve ilave sera gazı salımı gibi riskler ise “karasal yaşam” için tehdit oluşturuyor. Okyanus ısı içeriğinin hızla yükselmesi, denizel ısı dalgaları ve deoksijenasyon yoluyla mercan beyazlaması, balık stoklarında çöküş, turizm ve doğal miras kaybı gibi etkiler doğurarak hem “sudaki yaşam” hem de gıda/gelir kaynağına bağımlı topluluklar üzerinden yeniden açlığa ve yoksulluğa son ile insana yakışır iş ve ekonomik büyüme hedeflerini riske atıyor. Deniz seviyesindeki ivmelenen yükseliş, kıyı erozyonu, tuzlanma, yerinden edilme ve altyapı yıkımı kanallarıyla “temiz su ve sanitasyon”, “sanayialtyapı” ve “sürdürülebilir şehirler” için çok katmanlı bir kırılganlık yaratırken gıda üretim alanlarının daralmasıyla açlık ve yoksulluğa son hedeflerine domino etkisi yapıyor. Buna ek olarak buzul kütle dengesindeki negatif trend, mevsimsel tatlı su akışını bozarak su kıtlığı ve sel taşkınlarını aynı anda büyütüyor; tarımsal sulama ve hidroelektrik üretimdeki aksaklıklar hem enerji hem de gelir güvenliğini tehdit ederek temiz su ve sanitasyon, insana yakışır iş ve ekonomik büyüme ile sürdürülebilir şehirler ve topluluklar hedeflerinin gerçekleşme maliyetini artırıyor.
| Türkiye'nin ihracatındaki pay (%) | Küresel ihracattaki pay (%) | Türkiye'nin küresel ihracattaki payı (%) | |
| Diğer sektör-Türkiye rekabetçi değil | 14,42 | 46,83 | 0,36 |
| Yeşil sektör-Türkiye rekabetçi değil | 5,68 | 18,89 | 0,35 |
| Diğer sektör-Türkiye rekabetçi | 57,71 | 23,18 | 2,88 |
| Yeşil sektör-Türkiye rekabetçi | 22,19 | 11,09 | 2,32 |
Tablo 1. İklim göstergelerindeki bozulmanın risk biriktirdiği sürdürülebilir kalkınma hedefleri
| HS92 kodu | Sektör adı | RCA (2023) | Endeks skoru | Küresel ticaret (milyar USD, 2023) | Küresel ticaretin büyümesi (2018-2023, YBBH, %) |
| Kolay sıçrama senaryosu | Kolay sıçrama senaryosu | Kolay sıçrama senaryosu | Kolay sıçrama senaryosu | Kolay sıçrama senaryosu | Kolay sıçrama senaryosu |
| 2806 | Hidrojen klorür (hidroklorik asit) klorsülfirik asit | 0,28 | 0,41 | 0,48 | 11,24 |
| 8501 | Elektrik motorları, jeneratörler | 0,48 | 0,40 | 64,58 | 4,17 |
| 8414 | Hava-vakum pompası, hava/gaz kompresörü, vantilatör, aspiratör | 0,71 | 0,39 | 86,85 | 4,00 |
| 5911 | Teknik işler için dokumaya elverişli maddeden diğer eşya | 0,69 | 0,35 | 5,31 | 1,18 |
| 4805 | Diğer sıvanmamış kağıt/kartonlar (rulo veya tabaka) | 0,56 | 0,32 | 15,74 | 2,36 |
| 8538 | Elektrik kontrol/dağıtımı için tablo, konsollar, masalar vb. diğer mesnetler | 0,48 | 0,32 | 41,33 | 3,55 |
| 3926 | Plastikten diğer eşya | 0,42 | 0,26 | 133,81 | 12,21 |
| 8546 | Her türlü maddeden elektrik izolatörleri | 0,57 | 0,26 | 2,51 | 1,69 |
| 8482 | Her nevi rulmanlar | 0,52 | 0,24 | 31,46 | -0,62 |
| 8536 | Gerilimi 1000 voltu geçmeyen elektrik devresi teçhizatı | 0,69 | 0,21 | 107,43 | 2,59 |
| Dengeli senaryo | Dengeli senaryo | Dengeli senaryo | Dengeli senaryo | Dengeli senaryo | Dengeli senaryo |
| 8414 | Hava-vakum pompası, hava/gaz kompresörü, vantilatör, aspiratör | 0,71 | 0,61 | 86,85 | 4,00 |
| 8501 | Elektrik motorları, jeneratörler | 0,48 | 0,54 | 64,58 | 4,17 |
| 5911 | Teknik işler için dokumaya elverişli maddeden diğer eşya | 0,69 | 0,52 | 5,31 | 1,18 |
| 8538 | Elektrik kontrol/dağıtımı için tablo, konsollar, masalar vb. diğer mesnetler | 0,48 | 0,49 | 41,33 | 3,55 |
| 8482 | Her nevi rulmanlar | 0,52 | 0,43 | 31,46 | -0,62 |
| 3926 | Plastikten diğer eşya | 0,42 | 0,43 | 133,81 | 12,21 |
| 2806 | Hidrojen klorür (hidroklorik asit) klorsülfirik asit | 0,28 | 0,43 | 0,48 | 11,24 |
| 8408 | Dizel, yarı dizel motorlar (hava basıncı ile ateşlenen, pistonlu) | 0,17 | 0,36 | 44,11 | -1,30 |
| 8546 | Her türlü maddeden elektrik izolatörleri | 0,57 | 0,34 | 2,51 | 1,69 |
| 8547 | Elektrikli makine, cihaz, tesisleri izole edici parçalar | 0,47 | 0,33 | 6,56 | 1,03 |
| Uzun vadeli sıçrama senaryosu | Uzun vadeli sıçrama senaryosu | Uzun vadeli sıçrama senaryosu | Uzun vadeli sıçrama senaryosu | Uzun vadeli sıçrama senaryosu | Uzun vadeli sıçrama senaryosu |
| 8414 | Hava-vakum pompası, hava/gaz kompresörü, vantilatör, aspiratör | 0,71 | 0,58 | 86,85 | 4,00 |
| 8501 | Elektrik motorları, jeneratörler | 0,48 | 0,52 | 64,58 | 4,17 |
| 5911 | Teknik işler için dokumaya elverişli maddeden diğer eşya | 0,69 | 0,52 | 5,31 | 1,18 |
| 8538 | Elektrik kontrol/dağıtımı için tablo, konsollar, masalar vb. diğer mesnetler | 0,48 | 0,49 | 41,33 | 3,55 |
| 8482 | Her nevi rulmanlar | 0,52 | 0,46 | 31,46 | -0,62 |
| 3926 | Plastikten diğer eşya | 0,42 | 0,44 | 133,81 | 12,21 |
| 2806 | Hidrojen klorür (hidroklorik asit) klorsülfirik asit | 0,28 | 0,44 | 0,48 | 11,24 |
| 8408 | Dizel, yarı dizel motorlar (hava basıncı ile ateşlenen, pistonlu) | 0,17 | 0,40 | 44,11 | -1,30 |
| 8547 | Elektrikli makine, cihaz, tesisleri izole edici parçalar | 0,47 | 0,37 | 6,56 | 1,03 |
| 8546 | Her türlü maddeden elektrik izolatörleri | 0,57 | 0,36 | 2,51 | 1,69 |
Kaynak: Dünya Meteoroloji Örgütü (2024)
İkinci eksende, okyanusatmosfer etkileşimleri ve kriyosfer gerilemesi tabloyu daha da ağırlaştırıyor. Atmosferik CO₂ yoğunluğundaki artış, sera etkisini kuvvetlendirmenin yanı sıra hava kirliliği, bitki besin değerinde düşüş ve okyanus asitlenmesini tetikleyerek gıda güvencesini ve halk sağlığını zayıflatıyor ve bu durum yoksulluğa-açlığa son ve sağlıklı-kaliteli yaşam hedefleri ile doğrudan kesişen bir risk grubu yaratıyor. Okyanus pH’ındaki düşüş yani asitlenme ise kabuklu canlıların iskelet oluşumunu engelleyip besin ağlarını çökertiyor; balıkçılık verimindeki sert düşüş, kıyı topluluklarının geçimini ve turizm gelirlerini vurduğu için açlığa son, insana yakışır iş ve ekonomik büyüme ile sudaki yaşam hedeflerini öncelikle etkiliyor, aynı zamanda kaynak paylaşımı üzerindeki gerginlikleri tırmandırarak sosyal çatışma riskini büyütüyor. Deniz buzu alanındaki daralma, albedo kaybıyla küresel ısınmayı hızlandırırken Arktik ekosistemlerde habitat yok oluşu ve yeni erişilebilir deniz rotaları üzerinden aşırı avlanmakaynak rekabeti riskleri doğuruyor ve bu süreç “sudaki yaşam”, “karasal yaşam” ve geçim kaynaklarına bağlı topluluklar üzerinden yeniden yoksulluğa-açlığa son ile insana yakışır iş ve ekonomik büyüme hedeflerini tehdit ediyor. Böylece Tablo 1, göstergeler arası sinerjik kötüleşmenin birçok sürdürülebilir kalkınma hedefi ekseninde yoğunlaştığını ve özellikle kalkınmanın temel direkleri olan yoksullukla mücadele, gıdasu güvenliği, sağlıklı yaşam, sürdürülebilir şehirler ve ekosistem bütünlüğünün iklim kaynaklı çoklu riskler altında kesişen bir kırılganlık yüzeyi oluşturduğunu ortaya koyuyor.
Yeşil dönüşümün küresel çerçevesi, sadece çevresel bir gereklilik değil aynı zamanda yeni bir ekonomik düzenin anahtarıdır. Avrupa Birliği, 2019 sonunda açıkladığı Yeşil Mutabakat ile 2050’ye kadar iklim nötr ilk kıta olmayı ve 2030’a kadar emisyonlarını 1990 seviyesine göre en az %55 azaltmayı hukuken bağlayıcı hedefler haline getirmiştir. Bu dönüşüm vizyonu, sanayinin kaynak-verimli ve rekabetçi bir yapıya geçmesini, ekonomik büyümenin fosil yakıtlardan bağımsızlaşmasını öngörmektedir. Kısaca, yeşil dönüşüm hem gezegenin yaşam destek sistemlerini korumak hem de geleceğin ekonomisinde yer alabilmek için stratejik bir zorunluluktur. Özellikle sanayi sektörü hem yüksek emisyon kaynağı olması hem de dönüşümün teknoloji ve yatırım boyutunu taşıması nedeniyle bu sürecin merkezindedir. Sanayi faaliyetleri, doğrudan fosil yakıt kullanımı ve dolaylı elektrik tüketimiyle küresel sera gazı emisyonlarının önemli bir kısmından sorumludur. Örneğin Climate Watch 2022 verilerine göre sanayi süreçleri dünya genelindeki CO2 emisyonunun %6’sını oluştururken, imalat ve inşaat sektörlerinde elektrik ve ısı üretiminden kaynaklanan CO2 emisyonu toplamın %13’üdür. Dolayısıyla iklim hedeflerine ulaşmak için üretim yöntemlerinin, enerjinin ve ham madde kullanımının dönüştürülmesi gerekmektedir. Bu dönüşüm, enerji verimliliği uygulamalarından temiz enerji kullanımına, döngüsel ekonomi modellerinden yeşil inovasyona kadar çok boyutlu bir değişimi içerir. Günümüzde birçok uluslararası şirket ve ülke, net sıfır taahhütleriyle tedarik zincirinden ürün tasarımına dek iş yapış biçimlerini bu doğrultuda yeniden şekillendiriyor. Yeşil dönüşüm, sanayi için yalnızca bir çevresel sorumluluk değil, aynı zamanda yeni rekabet normlarının belirlendiği bir oyunun kurallarıdır. Bu nedenle, “neden yeşil dönüşüm ve neden şimdi?” sorusunun yanıtı hem gezegenin acil çağrısında hem de iş dünyasının geleceğe hazırlanmasında yatıyor.
1.1. İklim Krizinin Sanayi Üzerindeki Baskıları: Afetler, Su Krizi, Karbon Maliyetleri ve Ticaret Riski
İklim krizinin derinleşmesiyle birlikte çevresel ve ekonomik riskler sanayi sektörünü doğrudan tehdit ediyor. Bunların başında fiziksel riskler geliyor: Aşırı hava olayları, doğal afetler ve su kıtlığı gibi gelişmeler, üretim tesislerinden tedarik zincirlerine kadar sanayide ciddi kesintilere yol açıyor. Son yıllarda bu tür olayların sıklığı ve şiddeti belirgin biçimde arttı. Örneğin 2011’de Tayland’da yaşanan büyük sel felaketi, elektronik ve otomotiv sektörlerinde küresel tedarik zincirini aksatarak on milyarlarca dolarlık zarara neden olmuştu. Benzer şekilde, Avrupa’da 2018-2022 dönemindeki kuraklık ve aşırı sıcaklar, Ren Nehri’nde taşımacılığı engelleyip kimya ve çelik fabrikalarının üretimini sınırladı. Çin’de 2022’de yaşanan kuraklık, hidroelektrik üretimini düşürerek bazı bölgelerde fabrikaların enerji kısıntısına gitmesine yol açtı. Bu örnekler, iklim kaynaklı felaketlerin sanayide iş sürekliliği riskini artırdığını gösteriyor. Dünya Meteoroloji Örgütü verilerine göre 1970’lerden bu yana afet sayısı katlanarak artarken ekonomik kayıplar da benzer şekilde büyüyor ve sigortalanmamış varlıklar ile altyapıdaki zararlar işletmeler için uzun süreli kesintiler anlamına gelebiliyor. Diğer taraftan su krizi de sanayi için kritik bir risk unsurudur. Birçok imalat sektörü (gıda, tekstil, kimya, metalurji vb.) yüksek miktarda suya ihtiyaç duyar ve iklim değişikliği nedeniyle su stresi artmakta ve suyun maliyeti artmaktadır. Bu durum, sanayi üretiminde soğutma suyu, proses suyu ve tarımsal hammaddeler için su temininde sıkıntılar anlamına gelir. Nitekim dünyanın farklı bölgelerinde fabrika kapasitelerinin düşmesine yol açan su sıkıntısı vakaları yaşanmaktadır. Örneğin, 2019’da Hindistan’ın Chennai kentinde ciddi su kıtlığı yaşandığında bölgedeki otomotiv fabrikaları üretimi geçici olarak durdurmak zorunda kalmıştı. Su arz güvenliği, iklim değişikliğiyle mücadele kadar uyum politikalarının da sanayi gündemine girmesini gerektiriyor.
Yeşil dönüşümün aciliyetini artıran bir diğer boyut, karbon kaynaklı ekonomik riskler ve maliyetlerdir. Geçiş riskleri olarak adlandırılabilecek bu kategoride, karbon fiyatlandırması, yeni emisyon düzenlemeleri ve değişen piyasa tercihleri yer almaktadır. Örneğin Avrupa Birliği’nde uzun yıllardır uygulanan Emisyon Ticaret Sistemi (ETS), elektrik ve sanayi tesislerine her ton karbondioksit emisyonu için bir bedel ödetmektedir. Son dönemde bu karbon bedeli hızla yükselmiştir: AB karbon piyasasında izin fiyatı, Şubat 2023’te ilk kez ton başına 100 avro sınırını aşarak rekor kırmış olup Haziran 2025 sonunda yaklaşık 71 avrodur. Bu, yüksek emisyonlu üretimin maliyetinin dramatik biçimde arttığını gösteriyor. Nitekim LSEG verilerine göre 2020 yılında 288 milyar avro olan küresel karbon piyasalarının toplam büyüklüğü 2022’de 865 milyar avroyla rekor seviyeye ulaşmış ve 2024’te 809 milyar avro olmuştur. Yani daha fazla ülke ve sektör karbon emisyonunu fiyatlandırmakta ve şirketleri düşük karbon teknolojilere yatırım yapmaya teşvik etmektedir. Karbon fiyatlarının yükselmesi, fosil yakıta dayalı sanayi tesisleri için enerji ve girdi maliyetlerinin artması anlamına geliyor. Örneğin Avrupa’da bir çimento fabrikası, ton başına 100 Avro’luk karbon ücreti nedeniyle üretim maliyetinde ciddi artışla karşılaşabilir. Aynı durum, demir-çelik, cam, kimya gibi enerji-yoğun sektörler için de geçerli. Bu sektörlerde faaliyet gösteren işletmeler, rekabet avantajını korumak için enerji verimliliği yatırımlarına ve temiz enerji kullanımına yönelmek zorunda. Aksi halde, karbon maliyetleri kâr marjlarını hızla eritebilir. Karbon fiyatlandırmasının yanında, ticaret riski de giderek belirginleşiyor. Özellikle Avrupa Birliği, Sınırda Karbon Düzenleme Mekanizması (SKDM) adını verdiği uygulama ile karbon kaçağını önlemeyi ve yerli sanayiciyi korumayı hedefliyor. SKDM, AB’nin belirlediği karbon fiyatını, ithal edilen belirli ürünlere de yansıtarak yurtiçi ve yurtdışı üreticiler arasında eşit koşullar sağlamayı amaçlıyor. 2023 itibarıyla raporlama yükümlülüğüyle başlayan SKDM, 2026’dan itibaren demir-çelik, çimento, alüminyum, gübre, elektrik ve hidrojen gibi emisyon yoğun sektörlerden yapılan ithalat için bir karbon ücreti alınmasını öngörüyor. Bu mekanizma devreye girdiğinde, karbon yoğun üretim yapan ve AB’ye ihracat yapan şirketler fiilen bir karbon vergisi ile karşılaşacaklar. Örneğin, ton başına 2 ton CO₂ emisyonuna yol açan bir çelik ürünü ihraç eden üretici, eğer kendi ülkesinde benzer bir karbon fiyatı yoksa AB sınırında ton başına yaklaşık 200 avro (karbon fiyatına bağlı olarak) ödemek durumunda kalabilir. Bu da yüksek karbonlu ürünlerin rekabet gücünü azaltacaktır. Nitekim uluslararası piyasalarda düşük emisyonlu ve sürdürülebilir malzemelere talep de hızla artmaktadır. Otomotivden beyaz eşyaya, inşaattan enerjiye pek çok sektör, tedarikçilerini karbon ayak izine göre seçmeye başladı. Örneğin Avrupa’daki otomobil üreticileri, yeşil çelik (düşük karbonlu çelik) tedarik etmek için şimdiden anlaşmalar yapıyor ve geleneksel yüksek emisyonlu çelik üreticileri dezavantajlı konuma düşüyor. Bu trend, dönüşümü geciktiren firmalar için pazar kaybı riski anlamına geliyor. Özetle, iklim krizi sanayi sektörünü çifte baskı altına almış durumda: Bir yandan şiddetlenen fiziksel riskler (afetler, su stresi vb.) üretim süreçlerini kesintiye uğratıp maliyetleri artırırken, diğer yandan dönüşüm riskleri (karbon düzenlemeleri, piyasa tercihlerinin değişimi vb.) mevcut iş modellerini hızla değersizleştirebiliyor. Bu ortamda, işletmelerin iklim dayanıklılığını artırması ve karbon ayak izini azaltması sadece çevresel sorumluluk değil, varlıklarını sürdürmelerinin koşulu haline gelmiştir.
1.2. Küresel Politika İtici Güçleri: Paris Anlaşması, AB Yeşil Mutabakatı, IFRS S2 ve Yeşil Finansman
Yeşil dönüşümün zorunluluğunu ortaya koyan baskılar kadar, bunu teşvik eden küresel politik çerçeve de dönüşümün neden şimdi gerçekleşmesi gerektiğini açıklıyor. Paris Anlaşması, 2015 yılında neredeyse tüm ülkelerin imzasıyla yürürlüğe giren ve küresel iklim eylemini çerçeveleyen en önemli anlaşmadır. Bu anlaşma, dünya genelinde hükümetleri ve dolayısıyla iş dünyasını emisyon azaltım hedefleri belirlemeye ve uygulamaya yönlendirmiştir. Anlaşma sonrasında ülkeler, Ulusal Katkı Beyanları ile emisyon azaltım taahhütlerini iletmiş, orta-uzun vadede ise net sıfır hedefine ulaşmak için yol haritaları oluşturmaya başlamıştır. Türkiye de Ekim 2021’de Paris Anlaşması’nı onaylamış ve 2053 yılı için net sıfır emisyon hedefini ilan etmiştir. Dolayısıyla Türkiye’nin uluslararası taahhütleri de sanayi başta olmak üzere ekonominin düşük karbonlu bir patikaya yönelmesini gerektirmektedir. Avrupa Birliği Yeşil Mutabakatı, küresel iklim politikasının somut ve bağlayıcı adımlara dönüştüğü kapsamlı bir strateji olarak öne çıkıyor. AB, Yeşil Mutabakat kapsamında iklim, enerji, sanayi, tarım ve finans politikalarında köklü dönüşümlere başladı. Örneğin Avrupa İklim Yasası, AB’nin 2050’de iklim nötr olma hedefini bağlayıcı kıldı ve 2030 emisyon azaltım hedefini %55 olarak yasalaştırdı. Fit for 55 paketi adı altında çıkarılan düzenlemeler, otomotiv sektöründe 2035’ten itibaren içten yanmalı motorlu araç satışının sona erdirilmesi, elektrik üretiminde yenilenebilir enerji payının büyük ölçüde artırılması, enerji verimliliği standartlarının sıkılaştırılması gibi pek çok somut adımı içeriyor. Sanayi sektörü için AB Yeşil Mutabakatı özellikle önemli, çünkü “Sürdürülebilir Ürün Girişimi” gibi uygulamalarla ithal edilen ürünlerin çevresel ayak izine dair standartlar getiriliyor, döngüsel ekonomi mevzuatıyla ürünlerin tasarımından kullanım ömrü sonuna kadar çevre dostu olması talep ediliyor. Ayrıca yukarıda bahsedilen SKDM de Yeşil Mutabakatın bir parçası ve AB pazarına ihracat yapan sanayi firmalarını doğrudan etkileyecek. Özetle AB Yeşil Mutabakatı, küresel ticaret kurallarını iklim dostu olacak şekilde yeniden tanımlıyor. AB ile yakın ticaret ilişkisi olan Türkiye gibi ülkelerin firmaları için bu kurallara uyum sağlamak artık opsiyonel değil bir zorunluluk. Aksi halde söz konusu firmalar pazar kaybı veya ilave maliyetlerle karşılaşacaklar.
Küresel düzenlemelerin bir diğer cephesi, şeffaflık ve finansal raporlama standartları alanında ortaya çıkıyor. Özellikle iş dünyası açısından önemli bir gelişme, Uluslararası Sürdürülebilirlik Standartları Kurulu (ISSB) tarafından yayımlanan IFRS S2 İklim ile İlgili Açıklamalar Standardıdır. IFRS S2, Ocak 2024’ten itibaren geçerli olmak üzere şirketlerin finansal raporlarında iklimle ilgili risk ve fırsatları açıklamasını zorunlu hale getiriyor. Bu standart, TCFD (İklimle Bağlantılı Finansal Beyan Görev Gücü) tavsiyeleri temelinde, işletmelerin iklim değişikliğinin iş modellerine olası etkilerini ayrıntılı biçimde raporlamasını hedefliyor. IFRS S2’ye göre şirketler, iklimle ilgili maruz kaldıkları fiziksel riskleri ve geçiş risklerini değerlendirmek ve bunların nakit akışlarına, finansmana erişime veya sermaye maliyetine etkisini beyan etmek durumunda. Bu gelişme, küresel finans ve yatırım çevrelerinin iklim riskini ana akım finansal değerlendirmelerin bir parçası haline getirdiğine işaret ediyor. Nitekim yapılan araştırmalar, yüksek karbon emisyonuna sahip şirketlerin borçlanma ve sermaye maliyetlerinin daha yüksek olduğunu; buna karşın iklim risklerini şeffaf bir şekilde raporlayıp yönetme taahhüdü gösteren şirketlerin daha düşük sermaye maliyetlerinden faydalandığını ortaya koyuyor. Özetle iklim performansı zayıf ve şeffaf olmayan şirketler, yatırımcılar ve kreditörler gözünde daha riskli görülüyor ve finansmana erişimleri zorlaşıyor.
Şekil 2. Küresel ESG odaklı tahvil ihracı (milyar ABD dolar)
Kaynak: IMF.
Büyük yatırım fonları ve bankalar, portföylerini karbon riskine göre yeniden şekillendiriyor; çevresel-sosyal-yönetişim (ESG) kriterlerine uyum sağlamayan firmalar, fonlama maliyetlerinde artış veya sermaye girişinde azalma riskiyle karşı karşıya kalıyor. Yeşil finansman koşulları da bu bağlamda dönüşümü zorlayan bir faktör. Yeşil tahviller ve sürdürülebilir krediler gibi finansal enstrümanlar hızla büyüyor. Örneğin IMF verilerine göre dünya genelinde şirketler ve hükümetler 2024’te 577 milyar, 2021-2024 döneminde ise toplam 2,45 trilyon dolar yeşil tahvil ihraç ettiler (Şekil 2). Uluslararası yatırımcılar, portföylerinde iklim riskini azaltmak için fosil yakıt ağırlıklı varlıkları elden çıkarıp yenilenebilir enerji, enerji verimliliği, temiz ulaşım gibi alanlara yöneliyor. Bu eğilim, Türkiye’deki firmaları da yakından ilgilendiriyor: Düşük karbonlu projelere sahip şirketler daha kolay küresel finansmana erişebilirken, yüksek emisyonlu projeler finansman bulmakta zorlanıyor. Nitekim birçok kalkınma bankası ve özel banka, kredi verirken borçlularından karbon ayak izi raporları ve iklim eylem planları talep etmeye başladı. Yani küresel politika ve finans çevresi, yeşil dönüşümü erteleyen işletmeleri çeşitli yaptırımlar veya kısıtlarla karşı karşıya bırakırken, dönüşümü benimseyenlere teşvikler ve fırsatlar sunuyor.
1.3. Türkiye Perspektifi: Enerji-Yoğun Sanayi, Dış Ticaret Bağımlılığı ve İklim Kırılganlıkları
Türkiye’nin yeşil dönüşüm gerekliliği, küresel gelişmelerin yanı sıra ülkeye özgü yapısal faktörlerden de kaynaklanmaktadır. Türk sanayisinin mevcut profili incelendiğinde, yüksek enerji yoğunluğu ve fosil yakıtlara bağımlılık göze çarpmaktadır. TÜİK verilere göre 2023 itibarıyla Türkiye’nin toplam sera gazı emisyonlarının %71,6’sı enerji kaynaklıdır ve bu enerji emisyonlarının önemli bir kısmı elektrik üretimi ile sanayi proseslerinden gelmektedir. Endüstriyel işlemler ve ürün kullanımının toplam emisyonlardaki payı ise %12,8’dir. Özellikle elektrik üretiminde kömür ve doğal gazın payı yüksektir: 2024 yılında elektrik üretiminin %35,2’si kömürden, %18,9’u doğalgazsan sağlanmıştır ve mevcut politikalar değişmezse önümüzdeki yıllarda kömür talebinin artmaya devam edeceği öngörülmektedir. Bu durum, sanayide kullanılan elektriğin karbon yoğunluğunu artırarak üretilen ürünlerin gömülü karbon ayak izini büyütmektedir.
Şekil 3. Türkiye’de sektörlerin enerji yoğunluğu ve ihracatlarında AB payı
Kaynak: OECD ICIO tabloları, TÜİK, FutureAlly analizi. Not: Enerji girdilerini temsilen ISIC Rev 4 sınıflamasındaki C19 (Kok kömürü ve rafine edilmiş petrol ürünleri imalatı) ile D35 (Elektrik, gaz, buhar ve havalandırma sistemi üretim ve dağıtımı) faaliyet alanlarından kullanılan girdilerin toplamı kullanılmıştır.
İmalat sanayimizin karbon yoğunluğu, Avrupa ortalamasına kıyasla yüksektir ve bu da Türkiye’de üretilen bir birim sanayi malının, daha az karbon yoğun üretim yapan ülkelere göre daha fazla sera gazı emisyonu içerdiği anlamına gelir. Dolayısıyla Türkiye sanayisi, uluslararası karbon düzenlemeleri karşısında hassas bir konumda bulunuyor. Örneğin Avrupa Birliği’nin 2026’da tam uygulamaya başlayacağı SKDM, en başta demir-çelik, çimento, alüminyum ve gübre gibi Türkiye’nin de güçlü olduğu sektörleri hedef alacak. Türkiye’nin 2024 yılındaki toplam mal ihracatının %41,4’ünün AB pazarına ve %15,3’ünü diğer Avrupa ülkelerine yöneldiği dikkate alınırsa, karbon yoğun üretim yapısının devamı ihracatçılar için ciddi bir rekabet dezavantajı riski taşıyor. Sektörel detayda incelendiğinde ise enerji girdilerinin toplam girdiler içindeki oranı oldukça yüksek olan ana metal, mineral ürünler ve metal madenciliği gibi faaliyetlerin toplam ihracatlarında AB’nin payının ülke ortalamasının altında olsa da %32-39 aralığında olduğu dikkat çekiyor (Şekil 3). Bir başka deyişle, Türkiye’deki üreticiler karbon ayak izlerini azaltmazsa, ihraç ürünleri AB’de ilave maliyetlerle (karbon vergisi) karşılaşacak ve rakiplerine göre daha pahalı hale gelecek. Özellikle demir-çelik, çimento gibi sektörlerde ihracat kaybı yaşanabileceği çeşitli senaryo analizlerinde ortaya konmuştur. Bu riskleri bertaraf etmenin yolu, sanayimizin enerji verimliliğini artırması, üretimde fosil girdi payını azaltması ve temiz teknolojilere yatırım yapmasıdır. Nitekim enerji yoğun sektörlerde düşük karbonlu teknolojilere geçiş ve verimlilik artışları, sadece çevresel bir gereklilik değil, aynı zamanda ekonomimizin dış şoklara karşı direnci için de bir zorunluluk.
Türkiye ekonomisinin bir diğer karakteristiği, dış ticaret ve enerji ithalatı bağımlılığıdır. Ülkemiz, petrol ve doğalgaz gibi birincil enerji kaynaklarında %90’ın üzerinde dışa bağımlıdır. 2024 itibarıyla 27 numaralı fasılın (mineral yakıtlar) toplam ithalat içindeki payı %19,1 olup sadece bu sektörde verilen dış ticaret açığı toplam açığın %59,6’sını oluşturmuştur. Bu da enerji fiyatlarındaki küresel dalgalanmalara ve jeopolitik risklere maruz kalmak anlamına gelir. 2022-2023 döneminde yaşanan enerji fiyat krizinde, Türkiye yüksek faturalar ödemiş, bütçeden büyük sübvansiyonlar yapmak zorunda kalmıştır. Yenilenebilir enerji yatırımları bu nedenle hem iklim dostu hem de makroekonomik açıdan kritiktir. Nitekim 2024 yılında güneş ve rüzgâr enerjisi üretimi sayesinde Türkiye, 12 milyar dolar tutarında fosil yakıt ithalatını ikame etmeyi başarmıştır. Bu, yenilenebilir enerjinin dış ticaret dengemize de olumlu katkı yaptığını gösteren somut bir veridir. Enerji ithalatını azaltmak hem cari açığı düşürecek hem de sanayinin enerji maliyetlerini uzun vadede öngörülebilir kılacaktır. Bu bakımdan, Türkiye’nin zengin güneş ve rüzgar potansiyeli büyük bir avantaj olarak değerlendirilebilir. Üretim yapımızdaki kırılganlıkların önemli bir boyutu da budur: Fosil yakıtların ağırlığı, sanayimizi hem karbon düzenlemelerine hem de fiyat oynaklıklarına karşı savunmasız kılıyor. Örneğin, doğal gazın yüksek fiyat seyrettiği dönemlerde gübre ve cam gibi sektörler zorlanmakta; kömürün çevresel maliyeti yükseldiğinde çimento ve demir-çelik sektörlerimiz doğrudan etkilenmektedir. Bu kırılganlıkları azaltmanın yolu, enerji çeşitliliğini ve yerliliğini artırmak, yani yenilenebilir enerjiye geçişi hızlandırmaktır. Türkiye, coğrafi konumu gereği iklim değişikliğinin fiziksel risklerine karşı da kırılgan bir ülkedir. Akdeniz Havzası’nda yer alan ülkemiz, yükselen sıcaklıklar, yağış rejimindeki değişimler ve deniz seviyesinin yükselmesi gibi etkilerden ciddi biçimde etkileniyor. Son yıllarda yaşanan aşırı hava olayları bu kırılganlığın altını çizdi. 2021 yazında Türkiye, tarihinin en yıkıcı orman yangınları ve sel felaketleriyle karşılaştı. Akdeniz ve Ege bölgelerindeki büyük orman yangınlarında yüzbinlerce hektar orman yok olurken, aynı yaz Batı Karadeniz’deki seller can kayıplarına ve ağır hasarlara yol açtı. Yine 2021 yılında Marmara Denizi’nde ortaya çıkan müsilaj (deniz salyası) felaketi, iklim değişikliğiyle ilişkili deniz suyu ısınmasının ve kirlilik birikiminin çarpıcı bir sonucuydu ve balıkçılık ile turizm sektörlerini olumsuz etkiledi. Bilim insanları, mevcut emisyon trendi sürerse Türkiye’nin ikliminin daha da kuraklaşacağını, önümüzdeki birkaç on yılda su sıkıntısının kronik bir hal alabileceğini belirtmektedir. Bu da tarımsal üretimden gıda sanayiine, tekstilden enerji üretimine kadar pek çok alanda verimlilik kayıpları ve maliyet artışları demektir. Örneğin, iklim projeksiyonları Güneydoğu Anadolu’da yağışların azalmasıyla pamuk ve buğday verimlerinde düşüş olacağını, bunun da ilgili sanayileri (tekstil, gıda) etkileyeceğini göstermektedir. Tüm bu veriler ışığında Türkiye sanayisinin hem karbon ayak izi yüksek yapısı hem de iklim risklerine maruziyeti, yeşil dönüşümü bizim için kaçınılmaz kılıyor. Ülkemizde birçok sektör uzun yıllar ucuz fosil yakıtlar ve gevşek çevresel standartlar sayesinde uluslararası pazarlarda rekabet edebildi. Ancak bu konjonktür hızla değişiyor. Avrupa pazarına ihracat yapmaya devam etmek isteyen bir çelik üreticisi, artık ürününün karbonsuz ya da düşük karbonlu olmasını sağlamak zorunda; aksi halde ya SKDM vergisi ödeyecek ya da Avrupalı alıcılarını kaybedecek. Benzer şekilde, global markalara otomotiv parçası tedarik eden bir yan sanayi firması, karbon emisyonlarını raporlamaz ve azaltmazsa siparişlerini rakip ülkelere kaptırabilecek. Yatırım cephesinde de durum farklı değil: Borsa İstanbul’da işlem gören veya uluslararası piyasalardan kredi arayan bir şirket, sürdürülebilirlik notu düşükse finansman maliyetinin arttığını görüyor. Borsa İstanbul’un yayınladığı İklim Raporlama Rehberi’nde de şirketlere iklim risklerini açıklamaları yönünde tavsiyeler verilmiştir. Tüm bu dinamikler, “yeşil dönüşüm artık ertelenemez” ifadesini somut bir gerçek haline getiriyor.
1.4. Ertelenemez Dönüşüm: Türk Şirketleri için Zaman Şimdi
Türkiye’deki şirketler açısından yeşil dönüşümü artık ertelemek mümkün değil çünkü hem zamanlama penceresi daralıyor hem de dönüşümün maliyeti gecikmeyle artıyor. Küresel olarak bakıldığında, 2030 yılı bir dönüm noktası: Önümüzde sadece birkaç yıl içinde emisyonları ciddi oranda azaltmak ve teknolojik geçişleri başlatmak gerekiyor. Bu alandaki birçok düzenleme de ya başladı ya da 2025-2030 arasında devreye girecek. Yani Türk ihracatçıları ve halka açık şirketleri şu an adım atmazlarsa birkaç yıl içinde yaptırımlarla karşılaşacaklar. Bunun yanında, iklim krizinin etkileri de her yıl daha belirgin hale geliyor: 2023 ve 2024’te tüm zamanların sıcaklık rekorları kırıldı, kuraklık nedeniyle hidroelektrik üretimimiz zaman zaman düştü, ekstrem yağışlar alt yapı hasarlarına yol açtı. Eğer sanayimiz bugünden iklim dirençliliğini artırmaya başlamazsa, gelecekte üretim kesintileri, ham madde temin sorunları ve sigorta maliyetlerinde artış gibi sorunlar birikecek. Yeşil dönüşümün ertelenemez olmasının bir diğer nedeni de rekabetçilik penceresinin hızla kapanıyor olması. Dünya genelinde düşük karbon teknolojilerine yapılan yatırımlar her yıl rekor kırıyor. 2024 yılında küresel enerji yatırımları ilk kez 3 trilyon ABD dolarını geçti ve bunun 2 trilyonluk kısmı temiz enerji yatırımlarından kaynaklandı (IEA, 2024).
Şekil 4. Temiz enerji yatırımlarının miktarı (milyar ABD doları) ve yıllık bileşik büyüme hızı
Kaynak: IEA, FutureAlly analizi.
Diğer taraftan IEA verileri temiz enerji yatırımlarına yönelim açısından ciddi bölgesel farklılıklara işaret ediyor. Yeşil sanayi alanında liderliği kapmak için politika paketleri açıklayan (ABD’nin Enflasyonu Düşürme Yasası-IRA, AB’nin Yeşil Mutabakat Sanayi Planı vb.) Çin, AB, ABD gibi büyük ekonomiler temiz enerji yatırımlarında da öne çıkıyor. 2024’te toplam enerji yatırımlarında temiz enerjinin payı AB’de %91,9, Çin’de %78,1, ABD’de ise %60,4 düzeyinde iken dünyanın geriye kalan kısmında bu oran %47,6. Çin tek başına 2024’teki küresel temiz enerji yatırımlarının %32,9’unu gerçekleştirdi (Şekil 4). Bu yarışta geri kalan ülkeler ise teknolojiyi ithal eden ve yüksek maliyet ödeyen konumuna düşecek. Türkiye’nin sanayide rekabet gücünü koruması için şimdiden bu yarışa katılması ve teknoloji yatırımlarını yapması şarttır. Örneğin, Avrupa’da büyük çelik üreticileri 2030’lardan itibaren fosil kömür yerine yeşil hidrojen kullanarak üretime geçeceklerini açıkladılar. Türkiye’deki entegre demir-çelik tesislerinin de benzer vizyonu benimseyip gerekli AR-GE çalışmalarını ve pilot projeleri başlatması gerekiyor. Eğer bugün adım atılırsa, Türk sanayisi önümüzdeki on yıl içinde yeşil üretim standartlarını yakalayıp AB pazarında kalmaya devam edebilecek, belki yeni pazarlara erişebilecektir. Ancak geç kalınırsa, dönüşümü daha zor ve maliyetli bir şekilde yapmaya çalışmak veya pazar kaybını kabullenmek gibi sıkıntılı durumlar yaşanabilir. Ayrıca, dönüşümün finansmanı ve insan kaynağı hazırlığı açısından da bugünden planlama yapmak kritik.
Şekil 5. KOBİ’ler arasında iklim nötr veya negatif olmak amacıyla karbon ayak izini azaltmaya yönelik stratejisi olanların payı (%, Haziran 2024)
Kaynak: Avrupa İstatistik Ofisi Flash Eurobarometer 549.
Yeşil dönüşüm, bazı sektörlerde başlangıçta yatırım ihtiyacı doğuracaktır (örneğin enerji verimli fırınlar, atık ısı geri kazanım sistemleri, filtre ve arıtma tesisleri, süreç optimizasyon yazılımları gibi alanlarda). Bu yatırımların finansmanı için şirketlerin şimdiden yeşil finansman mekanizmalarına erişimi sağlaması önemli. Uluslararası yeşil fonlar ve kredi programları genellikle erken adım atan şirketlere ve projelere öncelik verir. Örneğin Avrupa Yatırım Bankası, Türkiye’de yenilenebilir enerji ve enerji verimliliği projelerine düşük faizli kredi sağlıyor ancak proje havuzu oldukça rekabetçi. Benzer şekilde, Türkiye Kalkınma Fonu’nun yeşil dönüşüm destekleri, ilk başvuran ve uygun kriterleri karşılayan firmalara gidecektir. Bu nedenle geç kalanlar, finansman bulmakta da zorlanabilir. İnsan kaynağı boyutunda ise, bugünün çalışanlarını yarının gereksinimlerine hazırlamak gerekiyor. Yeşil dönüşümle birlikte bazı meslekler dönüşürken (örneğin kömür madenciliği azalırken güneş paneli montajı artıyor), yepyeni becerilere talep doğuyor (enerji yöneticileri, sürdürülebilirlik uzmanları, çevre mühendisleri gibi). Eğer eğitim ve işgücü planlaması bugünden yapılmazsa, ileride beceri açığı nedeniyle dönüşüm hedeflerine ulaşmak zorlaşabilir. Sonuç olarak, Türk sanayicileri için yeşil dönüşüm artık ötelenebilecek bir gündem maddesi değildir. Aksine, şirket stratejilerinin merkezine alınması gereken acil bir dönüşüm programıdır. Bu programın başarısı için özel sektör-kamu iş birliği, teşvik mekanizmalarının etkin kullanımı ve sektör bazında yol haritalarının oluşturulması gerekiyor. Sevindirici olan, Türkiye’de bu alanda farkındalığın hızla yükseliyor olması: Birçok büyük holding ve KOBİ, kendi düşük karbon hedeflerini açıklamaya, yenilenebilir enerji yatırımlarına başlamaya, döngüsel ekonomi prensiplerini benimsemeye şimdiden koyuldu. Diğer taraftan Avrupa Komisyonu’nun Haziran 2024’te yaptığı kaynak verimliliği anketi hem enerji hem de genel olarak kaynak verimliliği alanında Avrupa ülkeleri arasında geride olduğumuzu gösteriyor. “Şirketinizin karbon ayak izinizi azaltmak ve iklim açısından nötr veya negatif olmak için somut bir stratejisi var mı?” sorusuna AB27’deki firmaların %21’i evet yanıtı verirken aynı oran Türkiye’de %8’dir. Bu yönde bir stratejisi olmayan ama planlama aşamasında olan firmaların oranı ise AB ortalamasında %19 iken Türkiye’de %15’tir. KOBİ’lerde karbon ayak izini azaltmaya yönelik strateji varlığı ya da niyeti açısından Türkiye tüm Avrupa ülkeleri arasında Litvanya ve Polonya’dan sonra sondan üçüncü sırada yer alıyor. Genel tabloya baktığımızda ülkemiz ve şirketlerimiz için henüz kat edilmesi gereken çok mesafe var. Zamanında harekete geçen şirketler, uluslararası pazarlarda avantaj elde edecek; geç kalanlar ise yeni düzende yer bulmakta zorlanacak.
1.5. Yeşil Dönüşümün Sunduğu Yeni Sanayi Fırsatları
Yeşil dönüşüm, sadece riskleri bertaraf etme çabası değil, aynı zamanda yeni fırsatların kapısını aralayan bir sanayi devrimi olarak görülmeli. Düşük karbonlu ekonomiye geçiş, birçok sektörde yenilikçilik ve yatırım alanları yaratıyor. Örneğin yenilenebilir enerji sektöründeki büyüme, hem ekipman üretimi (güneş paneli, rüzgâr türbini, batarya vs.) hem de kurulum-bakım hizmetleri açısından muazzam bir pazar oluşturdu. Küresel yeşil teknoloji ve sürdürülebilirlik pazarı için yapılan çeşitli projeksiyonların ortalaması 2024’te 23,4 milyar ABD doları olan pazar büyüklüğünün 2030’da 78,2 milyar, 2032’de ise 10,3 milyar ABD doları düzeyine ulaşacağını ortaya koyuyor (Tablo 2). Yine dünya genelinde yenilenebilir enerji alanındaki istihdam hızlı bir artış göstermektedir: ILO verilerine göre yenilenebilir enerji sektöründe küresel istihdam 2023 yılında 16,2 milyon kişiye çıkarak bir önceki yıla göre %18,2 büyüme kaydetmiştir. Bu veriler, yeşil dönüşümün istihdam dostu bir büyüme modeli sunabileceğine işaret ediyor.
Tablo 2. Yeşil teknoloji ve sürdürülebilirlik pazarı büyüklük tahminleri (milyar ABD dolar)
Kaynak: Firmaların web sayfaları.
Türkiye de bu fırsatlardan yararlanabilir. Halihazırda Türkiye, rüzgâr türbini ve güneş paneli aksamları üretiminde bölgesel bir tedarik merkezi olma yolunda ilerliyor. Yerli firmalar ürettikleri ekipmanları Avrupa, Asya ve Afrika’ya ihraç etmeye başladı bile. Eğer doğru teşviklerle desteklenirse Türkiye yenilenebilir enerjinin yanı sıra enerji depolama teknolojileri, elektrikli araç üretimi, batarya ve hidrojen ekonomisi gibi alanlarda da söz sahibi olabilir. Döngüsel ekonomi ve atık yönetimi de yeni fırsat alanlarıdır. Geleneksel lineer üretim modelleri (al-kullan-at), yerini giderek döngüsel modellere bırakıyor. Bu da geri dönüşüm, yeniden kullanım, atıkların hammaddeye dönüştürülmesi gibi süreçleri bir sanayi kolu haline getiriyor. Türkiye’de örneğin plastik geri dönüşüm sektörü son yıllarda büyümekte ve Avrupa’nın atık plastik işleme merkezlerinden biri olma potansiyeli taşıyoruz. Benzer şekilde, yeşil dönüşüm şehircilik ve inşaat sektörüne de inovasyon getiriyor: Enerji verimli binalar, akıllı şehir teknolojileri, düşük karbonlu çimento ve çelik kullanımı, yeni malzeme AR-GE çalışmaları bu alanda büyük bir pazar oluşturuyor. Dünyada yeşil binalar pazarı her yıl genişliyor ve Türkiye de kendi inşaat firmalarını bu alanda uzmanlaştırarak bölgede rekabetçi konuma getirebilir. Sanayi açısından bir diğer fırsat alanı, yüksek katma değerli ve temiz üretime geçişin markalaşma avantajı sağlamasıdır. Örneğin yeşil çelik üretebilen ülkeler ve şirketler, gelecekte otomotiv ve makine imalatında tercih edilir tedarikçiler olacaklar. Türkiye, daha düşük karbon yoğun bir yöntem olan elektrik ark ocaklı çelik üretiminde halihazırda önemli bir kapasiteye sahip. Bunu bir adım öteye taşıyıp yenilenebilir elektrik ve yeşil hidrojen kullanarak çelik üretiminde karbonu düşürürsek, AB sonrası dönemde çelik ihracatımızı koruyabilir ve hatta artırabiliriz. Yine tekstilde organik ve geri dönüştürülmüş malzemelere yönelen küresel moda trendinde, sürdürülebilir üretim yapan Türk tekstil markaları pazarda fark yaratabilir.
Türkiye için finansman tarafında da fırsatlar mevcut. Yeşil dönüşüm projeleri, uluslararası finans kuruluşlarının ve fonların ilgisini çekiyor. Yeşil tahvil ihraç eden bazı Türk bankaları ve şirketleri, benzer kredi riskine sahip konvansiyonel tahvillere kıyasla daha düşük faiz oranları elde edebildi. Ayrıca SKDM’den etkilenecek sektörler için fonlar ve dijitalleşme-yeşil dönüşüm destek mekanizmaları, Türkiye’de uygun projelerle değerlendirilebilir. Örneğin AB’nin Yenilik Fonu büyük emisyon azaltımı sağlayacak yeni teknolojilere hibe desteği veriyor ve Türk şirketleri de konsorsiyumlar yoluyla bu kaynaklara erişebilir.
Son olarak, yeşil dönüşüm toplumsal refah ve yaşam kalitesi için de kazan-kazan fırsatları sunuyor. Hava kirliliğinin azalması, enerji verimliliğiyle hane faturalarının düşmesi, sürdürülebilir ulaşımın yaygınlaşması, şehirlerin daha yaşanabilir hale gelmesi gibi getirileri var. Yapılan çalışmalar, kararlı bir yeşil dönüşümün hem ekonomik refah artışı hem de risklerin azaltılması bakımından vazgeçilmez olduğunu ortaya koyuyor. Dünya Bankası’nın 2022 analizine göre Türkiye, iddialı bir iklim eylemi senaryosunda 2040’a kadar net 146 milyar dolar ekonomik kazanç sağlayabilir. Yani dönüşüm uzun vadede kârlı bir yatırım olarak değerlendirilebilir. Bu kazanç, iklim hasarlarının azalması ve düşük karbon teknolojilerine yapılan yatırımların geri dönüşü sayesinde elde edilecektir. Dolayısıyla, yeşil dönüşüm doğru kurgulandığında ekonomik büyüme ile çevresel sürdürülebilirliği bir arada ilerletebilir. Bu da Türkiye için yeni bir kalkınma modeli anlamına geliyor: Sanayisini ve şehirlerini düşük karbonlu ve dirençli hale getiren, geleceğin temiz teknolojilerinde söz sahibi olan ve vatandaşlarına daha sağlıklı, güvenli, müreffeh bir yaşam sunan bir ülke vizyonu. Yeşil dönüşüm, bir seçenek değil stratejik bir zorunluluk olarak karşımızda duruyor. Ancak bu zorunluluk, bizi köşeye sıkıştıran bir tehdit olmaktan ziyade, doğru adımlarla yeni fırsatlara yönlendiren bir katalizör olarak görülmeli. Türkiye’deki firmalar ve karar alıcılar, “neden şimdi” sorusuna verdikleri yanıtı, somut eylem planlarına dönüştürdükçe ülkemiz küresel ekonomide hak ettiği yeri koruyacak ve geliştirecektir. Unutulmamalıdır ki bugün atılan adımlar, yarının rekabetçi ve sürdürülebilir ekonomisini belirleyecektir. Bu nedenle, yeşil dönüşümün stratejik zeminini vakit kaybetmeden sağlamlaştırmak hepimizin ortak görevidir.
2.1 Bütüncül Bir Süreç Olarak Yeşil Dönüşüm
İklim değişikliği ve çevresel bozulma, sektörlerin işleyişinde köklü bir değişime yol açmaktadır. Buna yanıt olarak, ekonomik büyümeyi sürdürürken çevresel etkileri azaltmayı amaçlayan bütüncül bir süreç olan yeşil dönüşüm ortaya çıkmıştır. Yeşil dönüşüm, rekabet gücü veya refahtan ödün vermeden karbon nötrlüğü, kaynak verimliliği, döngüsellik ve iklim direncini hedefleyen geniş bir kalkınma modeli olarak tanımlanabilir. Temelde, yeşil dönüşüm ekonomik büyümeyi karbon emisyonlarından ve kaynak kullanımından ayırarak uzun vadeli sürdürülebilirliği sağlamayı amaçlamaktadır (Avrupa Komisyonu, 2019). Bu yaklaşım, modern, kaynak verimli ve rekabetçi bir ekonomi yoluyla 2050 yılına kadar Avrupa'yı ilk iklim nötr kıta haline getirmeyi amaçlayan Avrupa Yeşil Anlaşması gibi girişimlerle uyumludur (Avrupa Komisyonu, 2019). Yeşil dönüşüm, çevresel sürdürülebilirlik ve ekonomik kalkınmanın birbiriyle çelişki içinde olması gerekmediğini, aksine yeşil büyüme paradigması altında birlikte ilerleyebileceğini vurgulamaktadır.
Yeşil dönüşüm, teknolojiler, süreçler ve zihniyetlerde çok boyutlu değişiklikler içerir. Bu, tek bir politika veya teknoloji değil, birkaç temel unsuru kapsayan sistemik bir geçiş sürecidir:
Süreçlerin Karbonsuzlaştırılması ve Enerji: Fosil yakıtlara bağımlılığın aşamalı olarak ortadan kaldırılması ve tüm faaliyetlerde sera gazı emisyonlarının azaltılması. Bu, enerji için yenilenebilir enerji kaynaklarına geçiş, endüstriyel süreçlerin elektrifikasyonu ve imalat sektöründe enerji verimliliğinin artırılmasını içerir. Enerji sektörünün karbonsuzlaştırılması ve endüstriyel ısı ve ulaşımın elektrifikasyonu konusunda agresif önlemler alınmasıyla yüzyılın ortasına kadar net sıfır CO₂ emisyonuna ulaşılması ulaşılabilir bir hedef olarak görülmektedir (Tricoire, 2019). Örneğin, Enerji Dönüşüm Komisyonu'nun Mission Possible raporu, temiz elektrik ve karbon yoğun sektörlerde talep artışının sınırlandırılması yoluyla 2050 yılına kadar ağır sanayide net sıfır emisyon hedefine ulaşmanın çok gerçekçi bir vizyon olduğunu belirtmektedir (Tricoire, 2019). Buna paralel olarak birçok şirket, doğrudan ve dolaylı (Kapsam 1, 2 ve 3) emisyonları ortadan kaldırmak için üretim modellerini temelden yeniden düşünmeyi gerektiren net sıfır hedefleri belirlemiştir (Na & Zhong, 2024). Sanayi sektörü, küresel sera gazı emisyonlarının yaklaşık %30'unu oluşturduğundan, bu hedef çok önemlidir ve iklim hedefleri için karbonsuzlaştırılması zorunludur (Na & Zhong, 2024).
Enerji ve Kaynak Verimliliği: Atıkları ortadan kaldırmak ve verimliliği artırmak için enerji ve hammadde kullanımının optimize edilmesi yeşil dönüşüm sürecinin ana bileşenlerinden biridir. Üreticiler, çıktı başına daha az enerji kullanmak ve hurda, su kullanımı ve diğer kaynak girdilerini en aza indirmek için yenilikçi teknolojileri üretim süreçlerine entegre etmektedir. İyileştirmeler, makinelerin boşta çalışmasını azaltan gelişmiş proses kontrolleri ve otomasyondan ısı geri kazanım sistemleri ve tesis iyileştirmelerine kadar uzanmaktadır (Tricoire, 2019). Birçok önde gelen firma, bu tür verimlilik önlemleri sayesinde enerji tüketiminde çift haneli düşüşler kaydettiğini ve böylece maliyetleri ve emisyonları aynı anda azalttığını bildirmiştir. Sektör liderleri, enerji ve kaynak verimliliğini artırmanın, operasyonel tasarrufların yanı sıra çevresel faydalar da sağlayan bir kazan-kazan durumu olduğunu vurgulamaktadır (DMG MORI, 2024). Daha azıyla daha fazlasını yapmak odaklı bu yaklaşım, tüm üretim hatlarına ve tedarik zincirlerine yayılmaktadır. Verimlilik, genellikle bir şirketin yeşil dönüşüm yolculuğundaki ilk ve en uygun maliyetli adımdır.
Döngüsel Ekonomi ve Atık Azaltma: Dönüşüm, geleneksel doğrusal “al-üret-at” modelinden, ürün ve malzemeleri mümkün olduğunca uzun süre kullanımda tutan döngüsel uygulamalara geçişi de kapsar. Bu, ürünlerin dayanıklılık, yeniden kullanım ve geri dönüştürülebilirlik için tasarlanmasını, geri alma programları ve yeniden üretim geliştirilmesini ve atık akışlarının yeni süreçler için girdiye dönüştürülmesini içerir. Amaç, çöp sahalarına gönderilen atıkları önemli ölçüde azaltmak ve yeni malzeme çıkarılması ihtiyacını azaltmaktır. Döngüsel bir yaklaşımda, yan ürünler ve ömrünü tamamlamış ürünler yeni üretim için kaynak haline gelir ve kapalı döngüler oluşur. Örneğin, bazı elektronik üreticileri artık geri dönüştürülmüş plastik ve metalleri yeni cihazlara dahil ediyor ve otomotiv firmaları, kullanılmış araçlardan parçaları geri kazanarak yenileme işlemine tabi tutuyor; “çöp sahasına sıfır atık” girişimleri, sürdürülebilir üretim stratejilerinde yaygınlaşıyor. Döngüsel ekonomi ilkelerini benimsemek, çevre kirliliğini azaltmakla kalmaz, aynı zamanda kaynak tedarik risklerine karşı dayanıklılık sağlar ve zamanla malzeme maliyetlerini düşürebilir.
Ürün ve Malzemelerde Yeşil İnovasyon: Yüksek etkili malzemeleri sürdürülebilir alternatiflerle değiştirmek ve daha temiz teknolojiler geliştirmek için inovasyon yapmak. Bu, düşük karbonlu malzemeler (kömür yerine hidrojenle üretilen yeşil çelik, biyo-bazlı plastikler, alternatif çimentolar gibi) ve çığır açan süreçler (endüstriyel egzozlar için karbon yakalama veya daha az kirlilik üreten yeni kimyasal yollar) üzerine araştırmaları içerir. Örneğin, inşaat sektörü geleneksel Portland çimentosunu pozzolan gibi düşük klinker alternatifleriyle değiştirebilir veya bazı yapısal uygulamalarda ahşap kullanarak karbon salımını azaltabilir (Tricoire, 2019). Üreticiler ayrıca, ürünleri kullanımda enerji verimli, onarımı veya geri dönüşümü daha kolay ve baştan itibaren daha az kaynak yoğun olacak şekilde tasarlayan eko-tasarım ilkelerini benimseyebilir. Bu yenilikleri denemek için üniversiteler ve girişimlerle Ar-Ge ortaklıklarından da yararlanılabilir. Yeşil dönüşüm, bu nedenle, ürün geliştirme ve endüstriyel Ar-Ge'nin merkezine sürdürülebilirliği yerleştiren bir kültürel dönüşümü gerektirir. Kurumsal yeşil dönüşüm, sürekli yeşil inovasyon tarafından yönlendirilen dinamik bir süreçtir ve yeni yetenekler ile teknoloji yatırımları gerektirir (Xu, Xu ve Zhang, 2025). Bu tür bir inovasyon kapasitesinin oluşturulması, firmaların çevresel ve ekonomik performansın ikili hedefine ulaşması için kritik öneme sahiptir.
Dijitalleşme ve Akıllı Teknolojiler: Sürdürülebilirlik iyileştirmelerini mümkün kılmak ve hızlandırmak için endüstriyel IoT, yapay zekâ, büyük veri analitiği ve otomasyon gibi dijital teknolojilerin kullanılması. Dijitalleşme, kaynak kullanımı ve emisyonlar üzerinde gerçek zamanlı görünürlük ve kontrol sağlayarak bir kolaylaştırıcı rol oynar. Örneğin, akıllı sensörler ve enerji yönetim sistemleri, bir fabrikadaki elektrik kullanımını izleyerek verimsizlikleri tespit edebilir ve enerji tasarrufu için süreçleri dinamik olarak ayarlayabilir. Gelişmiş analitik, tedarik zinciri lojistiğini optimize ederek yakıt tüketimini azaltabilir veya bakım ihtiyaçlarını tahmin ederek israfı önleyebilir. Son araştırmalara göre, dijital dönüşüm ve yeşil dönüşüm genellikle birbiriyle el ele gider: Dijital araçlar, şirketlerin üretkenliği korurken kirliliği azaltmada teknik ve maliyet engellerini aşmasına yardımcı olur (Xu ve ark., 2025). Vaka çalışmaları, bağlantılı fabrikaların, yenilenebilir enerjinin bol olduğu zamanlara üretim programlarını ayarlamak veya yapay zekâ kullanarak verimi artırmak ve hurdayı azaltmak gibi, çevresel ayak izini en aza indirmek için operasyonları kolaylaştırabildiğini göstermektedir. Bu nedenle, Endüstri 4.0 teknolojileri, otomasyon, veri ve süreç inovasyonunun entegrasyonu yoluyla bir şirketin “yalın, çevre dostu üretim ekosistemi” olarak adlandırdığı şeyi mümkün kılan, sürdürülebilirlik için güçlü birer kaldıraçtır (DMG MORI, 2024).
Sürdürülebilir Tedarik Zincirleri ve Satın Alma: Yeşil uygulamaları kendi tesislerinin ötesine, hem yukarı hem aşağı akışta tüm değer zincirine yaymak. Bu, tedarikçilerin daha düşük karbonlu girdiler ve süreçler benimsemelerini sağlamak, yakıt verimliliği veya elektrikli araç filolarına göre lojistik sağlayıcıları seçmek ve ürünlerin tüm yaşam döngüsü etkisini dikkate almak anlamına gelir. Birçok büyük üretici, sürdürülebilirlik konusunda tedarikçilerini denetliyor ve onlarla iş birliği yapıyor. Örneğin, tedarikçilere emisyon azaltma hedefleri belirliyor veya tedarikçilerin yeşil finansman ve teknolojiye erişmesine yardımcı oluyor. Önemli bir zorluk, bir sanayi şirketinin karbon ayak izinin çoğunu oluşturabilen Kapsam 3 emisyonları (değer zincirindeki dolaylı emisyonlar) ile mücadele etmektir. Bu emisyonların azaltılması, birden fazla firma arasında karmaşık koordinasyon, veri paylaşımı ve inovasyon gerektirir. Dünya Ekonomik Forumu'na ait “Industry Net-Zero Accelerator” gibi girişimler, tedarik zincirini güçlendirmenin ve işbirliği ekosistemini teşvik etmenin derin karbonsuzlaşmanın sağlanması için çok önemli olduğunu vurgulamıştır (Na & Zhong, 2024). Örneğin, Foxconn ve CATL gibi şirketler, tedarikçilerinin sürdürülebilirliğini değerlendirmek ve iyileştirmek için programlar uygulamış ve tedarik zincirini yeşillendirmede net standartların ve ortaklıkların etkinliğini kanıtlamıştır. Sürdürülebilir tedarik, şirketlerin ve hatta hükümetlerin yeşil ürünleri tercihli olarak satın alması anlamına gelir ve bu da çevre dostu uygulamaları benimseyen üreticileri ödüllendirir.
Kültür ve Zihniyet Değişimi: Nihayetinde, yeşil dönüşüm kurumsal kültürde ve paydaşların zihniyetinde bir değişimi gerektirir. Çevresel performansı bir dışsallık veya uyum sorunu olarak değil, kalite ve başarının ayrılmaz bir parçası olarak görmek gerekir. Üst yönetimin liderliği, iddialı sürdürülebilirlik vizyonları belirlemek ve organizasyonel değişimi yönlendirmek için çok önemlidir. Aynı zamanda, Ar-Ge'de eko-tasarımı entegre eden mühendislerden, üretim tesislerinde enerji tasarrufu prosedürlerini uygulayan operatörlere kadar tüm kademelerdeki çalışanların bu sürece katılımı gerekir. Sürdürülebilirlikte sürekli iyileştirme ve inovasyon kültürü teşvik edilmelidir. Benzer şekilde, şirketler, güçlü ESG performansı isteyen yatırımcılardan kirliliğin önlenmesini bekleyen topluluklara kadar paydaş beklentilerini karar alma süreçlerinin merkezine almayı giderek daha fazla dikkate almalıdır. Başka bir deyişle, teknoloji yükseltmeleri, kurumsal DNA'ya yerleşmiş bir çevre sorumluluğu anlayışı ile tamamlanmalıdır.
Özetle, imalat sektöründe yeşil dönüşüm kapsamlı ve çok ayaklı bir yolculuktur. Daha temiz enerji ve malzemeler, süreç verimliliği, döngüsel iş modelleri, dijital inovasyon ve kültürel değişimi kapsar. Her bir unsur diğerlerini güçlendirir. Örneğin, dijital araçlar enerji tasarrufunu sağlar; politika teşvikleri yenilenebilir enerji kaynaklarında inovasyonu teşvik eder; sürdürülebilirlik odaklı bir kültür, döngüsel uygulamaların benimsenmesini hızlandırır. Bu değişiklikler birlikte uygulandığında, çevresel ayak izini önemli ölçüde azaltırken rekabet gücünü koruyan, hatta artıran bir endüstriyel sistem ortaya çıkar. Yeşil dönüşüm bu nedenle sadece çevresel bir zorunluluk değil, aynı zamanda uzun vadeli endüstriyel rekabet gücü ve risk yönetimi için de giderek daha önemli hale gelmektedir. Sürdürülebilirliğe proaktif olarak yatırım yapan şirketler, maliyet azaltma, marka itibarının artması ve pazarlara ve finansmana daha iyi erişim gibi erken hareket edenlerin avantajlarından yararlanabilirken, geride kalanlar artan düzenleme, pazar ve operasyon riskleriyle karşı karşıya kalabilir. Bu farkındalık, yeşil dönüşümü dünya çapında önde gelen üreticiler için stratejik bir öncelik haline getirmiş ve sektör genelinde bir inovasyon ve iş birliği dalgasını tetiklemiştir.
2.2 İmalatın Yeşil Dönüşümünde Paydaşlar
İmalat sektörünü sürdürülebilir bir şekilde dönüştürmek, ekosistem çapında bir çabadır. Bu dönüşümü tek başına bir şirket departmanı veya devlet kurumu gerçekleştiremez; çeşitli paydaşlardan oluşan bir ağın koordineli eylemi ve katılımı gerekir. İmalat, geniş bir sosyoekonomik sistem içinde faaliyet gösterir ve bu nedenle yeşil uygulamalara geçiş, politika yapıcılar ve tedarikçilerden tüketicilere kadar endüstriyel faaliyetlerden etkilenen veya bu faaliyetlere etki eden herkesi kapsamalıdır. Yeşil dönüşüm sürecini mümkün kılan ve yönlendiren paydaşlar da dört geniş grup altında ele alınabilir:
Kamu Sektörü ve Finansal Kurumlar: Bu grup, devlet kurumları (ulusal ve yerel düzeyde), düzenleyici kurumlar, standart belirleme kuruluşları ve yeşil finans sağlayıcılarını içerir. Yeşil dönüşümün gidişatını şekillendiren çerçeve koşullarını, politikaları ve teşvikleri belirlerler. Hükümetler ayrıca genellikle finansmanın kolaylaştırıcısı (kamu yatırımları veya kalkınma bankaları aracılığıyla) ve çok paydaşlı çabaların düzenleyicisi olarak da görev yapar. Buna ek olarak, sürdürülebilirliğe odaklanan bankalar, kurumsal yatırımcılar ve yeşil tahvil ihraççıları gibi finansal kurumlar da yeşil endüstri projelerine sermaye aktararak bu gruba girer. Bu aktörler birlikte, kurallar, kaynaklar ve yol haritaları sağlayarak endüstri için neyin gerekli ve neyin mümkün olduğunu belirler.
Endüstri Değer Zinciri Aktörleri: Bu grup, doğrudan mal üreten şirketleri ve üretime girdi sağlayan tedarik ağlarını kapsar. Bu gruba hammadde tedarikçileri, makine ve teknoloji sağlayıcıları, enerji sağlayıcıları ve nihai ürün üreticileri dahildir. Bu paydaşlar, uygulamanın merkezinde yer alırlar ve daha temiz teknolojilere yatırım yapmak, faaliyetlerini değiştirmek ve nihayetinde sürdürülebilir ürünler sunmak zorunda olanlar da onlardır. Değer zinciri grubu hem düzenlemeler hem de piyasa güçlerinin baskısı altında endüstriyel süreçleri ve iş modellerini dönüştürmenin yükünü üstlenir.
Destek Hizmetleri, Bilgi Kurumları ve Sivil Toplum: Çeşitli paydaşlar, endüstriyi destekleyen bir ortam oluşturur. Bu paydaşlar arasında araştırma ve eğitim kurumları, dijital ve teknik hizmet sağlayıcıları, lojistik, ulaştırma ve atık yönetimi şirketleri ile işçi örgütleri ve sivil toplum grupları yer alır. Bu paydaşlar, bilgi, inovasyon ve sosyal destek sağlayarak yeşil geçişi kolaylaştırır ve hızlandırır; politika ve uygulama arasındaki boşlukları doldurmaya yardımcı olur, yeni görevleri yerine getirecek nitelikli insan kaynağının olmasını sağlarlar ve genellikle endüstriyi daha yüksek standartlara uymaya zorlarlar. Son olarak, sivil toplum aktörleri çevresel sorumluluğu savunur ve gerekli değişikliklerin kamuoyu tarafından kabulünü artırabilir veya ilerleme yetersiz olduğunda alarm verebilir.
Tüketiciler ve Pazar Talebi: Son grup, bireysel tüketiciler, satın alma departmanları veya kamu alıcıları gibi üretilen ürünlerin müşterileri ve son kullanıcılarını oluşturur. Bu gruptaki paydaşların tercihleri ve satın alma kararları, üretimin yönü üzerinde önemli bir etkiye sahiptir. Tüketiciler çevre dostu ürünler talep ettiğinde ve sürdürülebilir uygulamaları olan şirketleri tercih ettiğinde, yeşil dönüşüm için güçlü bir pazar çekişi oluşur. Bu grup, kamuoyunun marka itibarını ve çevre girişimlerine yönelik siyasi iradeyi şekillendirdiği ölçüde genel halkı da içerir. Tüketiciler, satın alma davranışları ve geri bildirimleriyle üreticileri daha yeşil uygulamaları benimsemeye teşvik ederek birçok yönden talep tarafındaki değişimin itici gücü olurlar. Sürdürülebilirlik için ödeme yapmaya istekli olmaları ve şeffaflık konusunda ısrarcı olmaları (örneğin, eko-etiketler veya karbon ayak izi bilgileri yoluyla), yeşil dönüşüme yatırım yapan şirketleri ödüllendirir.
Bu dört segment birbirinden bağımsız olarak çalışmaz; aslında, etkileşimleri yeşil dönüşümün başarısında çok önemlidir. Şekil 6, imalat sektörünün yeşil dönüşümündeki paydaş ekosistemini ve bunlar arasındaki temel etki akışlarını göstermektedir. Kamu sektörü ve finansal kurumlar, üreticilerin ve tedarikçilerin sürdürülebilirliğe yatırım yapmalarını yönlendiren ve mümkün kılan düzenleyici görevler ve finansal kaynaklar sağlar. Destek ve bilgi paydaşları, sektör aktörlerine teknoloji, inovasyon ve know-how sağlar, ayrıca toplumsal kanallar aracılığıyla baskı veya destek uygular. Buna karşılık, imalat değer zinciri, tüketicilere ve çevreye fayda sağlayan daha yeşil ürünler ve uygulamalar sunarak ihtiyaçlarını düzenleyicilere ve teknoloji sağlayıcılara iletir. Son olarak, tüketiciler pazar sinyallerini (kesikli ok) imalatçılara geri göndererek döngüyü tamamlar. Sürdürülebilir ürünlere olan talep, şirketlerin stratejilerini belirler ve hatta yeni politikaların oluşturulmasını teşvik edebilir. Kısacası, Şekil 6 endüstride yeşil dönüşümün iş birliğine dayalı, çok yönlü bir süreç olduğunu vurgulamaktadır. Her paydaş grubu, farklı ancak birbiriyle bağlantılı bir rol oynamakta ve sürdürülebilir endüstriyel kalkınma ortak hedefine yönelik entegre bir ağ oluşturmaktadır.
Şekil 6. İmalat sektörünün yeşil dönüşümündeki paydaş ekosistem
Bölümün sonraki alt bölümlerinde, her bir paydaş grubunu ayrıntılı olarak ele alınmaktadır. Bu grupların yeşil dönüşüm sürecinden nasıl etkilendikleri ve sürdürülebilirlik gündemini ilerletmede üstlendikleri rol ve sorumluluklar tartışılmaktadır. Bu rolleri anlamak iş liderleri için, her bir paydaşla nasıl etkili bir şekilde etkileşim kuracakları ve ortaklıklar oluşturacakları konusunda içgörü sağlar. Politika yapıcılar tarafında ise başarılı bir uygulama için hangi aktörlerin harekete geçirilmesi gerektiğini netleştirir. Yatırımcılar ve sivil toplum içinse ilerlemeyi hızlandırmak üzere hangi alanlarda etki yaratılabileceğini vurgular. Yeşil dönüşüm, gerçek anlamda ortak bir yolculuktur ve tüm paydaşların bakış açıları ile katkılarını takdir etmek, bu yolculuğu başarıyla tamamlamak için çok önemlidir.
2.2.1 Kamu Sektörü ve Yeşil Finansın Destekleyicileri
Hükümet ve kamu kurumları yeşil dönüşümün önemli bir kolaylaştırıcısı ve düzenleyicisidir. Kamu sektörü, politika ve düzenlemeler yoluyla sektörleri ya da firmaları sürdürülebilirliğe yönlendiren oyunun kurallarını belirler. Bunun önemli bir örneği, Avrupa Birliği'nin Avrupa İklim Yasası ve Avrupa Yeşil Anlaşması kapsamında belirlediği, 2050 yılına kadar net sıfır sera gazı emisyonu ve 2030 yılına kadar %55 emisyon azaltımı hedefidir. Bu tür net ve uzun vadeli politika sinyalleri, firmaları karbonsuzlaşma planları yapmaya veya cezalarla ve pazar erişiminin kaybıyla karşı karşıya kalmaya zorlamaktadır. Hükümetler ayrıca, üreticileri daha yeşil uygulamaları benimsemeye doğrudan zorlayan emisyon sınırları, ekipman verimlilik standartları veya atık yönetimi gereklilikleri gibi özel düzenlemeler ve standartlar da uygulamaktadır. Örneğin, otomotiv sektöründeki yakıt ekonomisi ve kirlilik standartları, otomobil üreticilerini elektrikli ve daha temiz araçlar geliştirmeye itmiştir; belirli toksik kimyasalların yasaklanması, elektronik üreticilerini daha güvenli alternatifler bulmaya zorlamıştır. Düzenlemeler sadece asgari uyumu sağlamakla kalmaz, aynı zamanda temiz teknoloji için pazarlar yaratarak inovasyonu da teşvik edebilir.
Düzenlemelerin yanı sıra, hükümetler endüstride yeşil dönüşümü hızlandırmak için ekonomik araçlar kullanmaktadır. Bunlar, sera gazı emisyonlarına bir maliyet getirerek şirketleri emisyonları azaltmaya veya daha temiz süreçlere yatırım yapmaya teşvik eden karbon fiyatlandırma mekanizmalarını (karbon vergileri veya emisyon ticareti sistemleri) içermektedir. Birçok ülke de karbon fiyatlandırmasını benimsiyor veya güçlendiriyor. Örneğin, AB Emisyon Ticaret Sistemi artık büyük endüstriyel emisyon kaynaklarını kapsıyor ve Çin, enerji ve sanayi için ulusal bir karbon piyasası başlattı. Bu tür mekanizmalar, çevresel maliyetleri içselleştirerek sürdürülebilirliği finansal açıdan cazip hale getiriyor. Hükümetler ayrıca yeşil yatırımlar için sübvansiyonlar, hibeler ve vergi teşvikleri sağlıyor. Örneğin, fabrikalarda yenilenebilir enerji tesisleri için vergi kredileri, enerji verimliliği iyileştirmeleri için hibeler veya küçük üreticilerin daha temiz teknolojilere geçmeleri için düşük faizli krediler. Bu teşvikler, şirketlerin yeşil dönüşüme geçmelerinin önündeki finansal engelleri azaltmaktadır. Buna bir örnek, Almanya'nın ulusal karbonsuzlaşma programları aracılığıyla endüstriyel enerji verimliliği ve süreç inovasyonuna verdiği destektir. Bu programlar, yenilikçi projeleri (örneğin düşük CO₂ emisyonlu çelik üretimi) ortaklaşa finanse etmektedir. Kamu yatırımlarını temiz teknoloji geliştirme ve yaygınlaştırmaya yönlendirerek, hükümetler sürdürülebilir endüstri için hem katalizör hem de piyasa yaratıcı rol oynamaktadır.
Kamu sektörünün bir diğer önemli rolü standart belirleme ve bilgi sağlama alanındadır. Genellikle uluslararası kuruluşlarla iş birliği içinde geliştirilen ve hükümet tarafından onaylanan standartlar, sürdürülebilirlik için ortak kriterler oluşturur. Örneğin, ISO 14000 serisi standartlar, birçok üreticinin kirliliği azaltma ve kaynak verimliliği çabalarını sistematik hale getirmek için benimsediği çevre yönetim sistemleri için kılavuzlar sağlar. Hükümetler, bu standartlara göre sertifikalandırmayı zorunlu kılabilir veya teşvik edebilir. Ayrıca, genellikle hükümet düzenlemeleriyle desteklenen ve üreticileri daha yeşil tasarımlara yönlendirmeye yardımcı olan ürün standartları ve etiketleri de bulunmaktadır. Örneğin, cihazlardaki enerji verimliliği etiketleri veya belirli çevre kriterlerini karşılayan ürünler için eko-etiketler bu kapsama girmektedir.
Kamu kurumları, endüstriyel emisyon envanterleri, en iyi uygulama örnekleri ve teknoloji yol haritaları gibi verileri ve analizleri yayımlayarak da yeşil dönüşüm sürecine katkı sağlamaktadır. Bu bilgi işlevi, belirsizliği ve bilgi eksikliklerini azaltarak şirketlerin yeni çözümleri benimseme konusunda bilinçli kararlar almasını sağlar.
Önemli olan, kamu sektörünün tek tip olmadığı, birçok düzeyde faaliyet gösterdiğidir. Hükümetler geniş stratejiler ve mevzuat (ulusal iklim yasaları, yeşil teknolojiye yönelik sanayi politikaları vb.) belirlerken, yerel yönetimler genellikle uygulama ve yaptırımdan sorumludur. Şehirler ve bölgeler, örneğin fabrikaları kirlilik kontrol sistemleri kurmaya zorlayan yerel hava kalitesi kuralları belirleyerek veya eko-endüstri parkları kurarak ve şirketler arasında atık değişimi için altyapı sağlayarak çok proaktif olabilirler. Yerel yönetimler ayrıca izin ve uyum konusunda endüstriyel tesislerle doğrudan ilişki kurarak, geçiş sürecinde önemli saha ortakları haline de gelir.
Uluslararası kuruluşlar ve anlaşmalar da kamu sektörünün eylemlerine yön verir. Paris İklim Anlaşması gibi anlaşmalar, ülkeleri iklim eylemi ve adil geçiş ilkelerine bağlayıp ulusal politikaları etkilerken Birleşmiş Milletler Sınai Kalkınma Örgütü (UNIDO) gibi kuruluşlar küresel olarak sürdürülebilir endüstriyel kalkınmayı teşvik eder ve bilgi paylaşımını kolaylaştırır. Aslında UNIDO, hükümetlerin rekabet gücünü ve istihdam yaratmayı artırırken düşük karbonlu ve kaynak verimli yapısal ekonomik değişim elde etmeleri için bir araç olarak yeşil sanayi politikaları savunmaktadır (Li, 2020). Bu bakış açısı, hükümet politikalarının çevresel hedefleri sanayi stratejisiyle birleştirebileceğini vurgulamaktadır. Bu sayede sektörler hem emisyonlarını azaltmaya hem de teknolojik olarak gelişmeye yönlendirilir ve gelişmekte olan yeşil pazarlarda gelecekteki ekonomik liderlik güvence altına alınır.
Kamu kurumlarının yanı sıra, sürdürülebilirliğe odaklanan finansal kurumlar, bu grubun diğer yarısını oluşturmaktadır. Bunlar arasında çok taraflı kalkınma bankaları (Dünya Bankası veya bölgesel kalkınma bankaları gibi), ulusal yeşil fonlar, özel sürdürülebilir finans ürünleri sunan ticari bankalar, kredi garanti mekanizmaları ve çevresel kriterlere öncelik veren emeklilik fonları veya özel sermaye gibi yatırımcılar bulunmaktadır. Yeşil finans, endüstriyel dönüşümü desteklemek için sermaye piyasalarının gücünden yararlanmaktadır. Örneğin, yeşil tahviller, çevreye faydalı projeler için fon toplamak amacıyla hızla yaygınlaşmıştır. Birçok imalat şirketi, yenilenebilir enerji tesisleri, enerji verimli ekipman veya faaliyetlerinde döngüsel ekonomi girişimlerini finanse etmek için yeşil tahviller ihraç etmektedir. Bankalar da sürdürülebilirlik performansına bağlı olarak (genellikle emisyon yoğunluğunun azaltılması gibi KPI iyileştirmelerine bağlı) uygun faiz oranlarıyla yeşil krediler sunmaktadır. Temiz teknoloji girişimlerine veya ESG göstergeleri güçlü şirketlere sermaye sağlayan özel fonlar ve hisse senedi yatırımcıları da bulunmaktadır ki bu da işletmeleri yatırım çekmek için sürdürülebilirliklerini iyileştirmeye teşvik etmektedir.
Yeşil finansmanın imalat üzerindeki etkisi giderek daha belirgin hale gelmektedir. Araştırmalar, yeşil finansmanın gelişmekte olan ekonomilerde sürdürülebilir endüstriyel kalkınmaya olumlu ve önemli katkıda bulunduğunu göstermektedir (Xue ve ark., 2022). Yeşil finans, finansal kaynakları daha temiz projelere ve teknolojilere yönlendirerek, düşük karbonlu, kaynak verimli bir endüstriye geçişi kolaylaştırmaktadır (He & Chen, 2021). Örneğin, Çin'in imalat sektörüne odaklanan araştırmalar, yeşil finansmanın genişlemesinin sermayenin yüksek kirlilik yaratan şirketlerden çekilmesine ve çevre dostu işletmelere yatırımı artırmasına yol açtığını ve böylece sektörün genel olarak modernizasyonunu desteklediğini ortaya koymuştur (Sun, Zhong, Wang ve Pan, 2024). Yeşil finansman aynı zamanda disiplin de sağlayabilir: bankalar ve yatırımcılar, iklim riski ve çevresel etkiyi kredi verme kriterlerine dahil etmeye başlamıştır.
Ayrıca, kamu finans kurumları genellikle, özel sektör aktörleri için tek başına çok riskli veya uzun vadeli olabilecek büyük endüstriyel karbonsuzlaştırma projelerine özel sermaye ile ortaklaşa yatırım yapmaktadır. Örnekler arasında çelik üretiminde yeşil hidrojen veya çimentoda karbon yakalama için demonstrasyon tesisleri sayılabilir ve bunlar genellikle kamu-özel sektör finansman ortaklıklarına dayanmaktadır. Hükümetler ayrıca, kredi verenler için yeni teknolojilerin algılanan riskini azaltmak amacıyla garantiler ve sigortalar gibi yeşil finansman mekanizmaları geliştirmiştir. Bu tür mekanizmalar, bankaları yenilikçi sürdürülebilirlik projeleri için üreticilere kredi vermeye teşvik ederek (temerrüt veya teknolojinin düşük performans göstermesi durumunda) bir destek sağlar ve böylece büyük ölçekte özel finansmanı harekete geçirir.
Raporun birinci bölümünde de vurgulandığı üzere küresel yeşil tahvil piyasası son yıllarda hızla büyümüş ve ihraç tutarı 2021-2024 döneminde toplam 2,45 trilyon ABD dolarına ulaşmıştır. Bu fonların önemli bir kısmı enerji, sanayi ve altyapı projelerine yöneliktir. Sürdürülebilirlikle bağlantılı krediler (borçlunun çevresel hedeflerine ulaşmasına göre faiz oranlarının ayarlandığı krediler) ise hızla büyüyen bir başka segmenttir ve ana akım finansmanın artık çevresel performansı kredi itibarının önemli bir unsuru olarak gördüğünü göstermektedir. Finansal düzenleyiciler de bu süreçte devreye giriyor, bazı ülkelerdeki merkez bankaları ve denetim otoriteleri iklim risklerinin açıklanmasını zorunlu kılıyor, bankaların portföyleri için iklim stres testleri yapmayı değerlendiriyor. Bu da bankaları, karbon salımı yüksek sektörel kredilerden uzaklaşmaya zorluyor.
Özetle, kamu sektörü ve yeşil finans paydaşları, yeşil dönüşümün belkemiği ve direksiyonunu oluşturuyor. İmalat sektöründe sürdürülebilirliği bir öncelik haline getiren yasal düzenlemeleri, ekonomik teşvikleri ve finansman akışını sağlıyorlar. Etkili bir şekilde koordine edildiğinde, politika ve finans, yeşil yatırımları genellikle yavaşlatan ilk maliyet engellerini ve piyasa başarısızlıklarını aşabilir. Örneğin, sıkı emisyon standartları ve mevcut yeşil finansman bir araya geldiğinde, bir fabrikanın daha ucuz ve kirletici seçenekler yerine en son teknolojiye sahip emisyon azaltma ekipmanlarını kurmasını sağlayabilir. Hükümetin müdahalesi ve finans sektörünün desteği olmadan, birçok firma kendi başına dönüşüm için gerekli motivasyona veya araçlara sahip olmayabilir. Tersine, iyi tasarlanmış politikalar ve sağlam yeşil finansman, özel sektördeki muazzam potansiyeli ortaya çıkarabilir. Kamu sektörü ayrıca, sürdürülebilirliğe geçişin gereksiz sosyal zarara yol açmamasını sağlamak için adil bir geçiş sağlamakla da yükümlüdür. Bu, “hiç kimse ve hiçbir yer geride kalmasın” hedefi için, yüksek emisyonlu sektörlerdeki işçilere yönelik yeniden eğitim programları ve endüstriyel değişikliklerden etkilenen topluluklara destek gibi eşlik edici önlemler alınması anlamına gelir. Böylelikle hükümetler, yeşil dönüşüme yönelik kamu desteğini sürdürür ve çevresel hedeflerin yanı sıra sosyal sürdürülebilirliği de korur.
2.2.2 Endüstri Değer Zinciri: Tedarikçiler, Üreticiler ve Enerji Sağlayıcılar
Endüstriyel değer zincirindeki aktörler, yeşil dönüşümün ön saflarında yer alan uygulayıcılar ve yenilikçilerdir. Bu grup, mal üretiminde ve üretimin doğrudan girdilerinde yer alan tüm işletmeleri kapsamaktadır. Bunlar arasında hammadde üreticileri, parça ve bileşen tedarikçileri, sermaye ekipmanı üreticileri, enerji tedarikçileri ve nihai ürünleri teslim eden montaj veya işleme tesisleri bulunmaktadır. Bu paydaşlar, ürünlerin üretim şekillerini ve bileşenlerini değiştirerek, pratikte emisyonların ve kaynak kullanımının azaltılmasından toplu olarak sorumludur. Yeşil dönüşümün başarısı büyük ölçüde bu endüstriyel aktörlerin eylemlerine bağlıdır ve daha temiz süreçlerin uygulanması, onların fabrikalarında, tedarik zincirlerinde ve Ar-Ge laboratuvarlarında gerçekleşmelidir.
Önemli bir alt grup, genellikle imalat tedarik zincirlerinin enerji yoğun üst kısmını temsil eden malzeme ve hammadde tedarikçileridir. Çelik, çimento, alüminyum, kimyasallar ve plastik gibi sektörler genellikle yüksek emisyonlu ve yoğun kaynak tüketicisidir ve girdi sağladıkları sektörlere (otomotiv, inşaat, tüketim malları vb.) temel malzemeleri tedarik ederler. Yeşil dönüşüm, bu sektörleri düşük karbonlu üretim yöntemlerini benimsemeye ve enerji verimliliğini önemli ölçüde artırmaya zorlamaktadır. Örneğin, çelik şirketleri, çelik üretiminden kaynaklanan CO₂ emisyonlarını azaltmak için kömür bazlı yüksek fırınlar yerine yeşil hidrojen kullanarak demirin doğrudan indirgenmesini denemektedir. Avrupa'daki ilk projeler (İsveç'teki HYBRIT girişimi gibi) dünyanın ilk sıfıra yakın karbonlu çelik partilerini üretti ve önde gelen otomobil üreticileri bu çeliği araçlarında kullanmaya başladı. Benzer şekilde, çimento üreticileri daha az klinker (ısıtıldığında CO₂ üreten kireçtaşı bazlı bileşen) gerektiren yeni formülasyonlar deniyor ve yüksek fırın cürufu veya uçucu kül gibi endüstriyel atıkları ikame maddeler olarak kullanıyor. Kimya sektörü ise ısı için fosil yakıtlar yerine yenilenebilir elektrik kullanmayı hedefleyerek, etilen ve diğer petrokimyasalların üretimi için elektrikli kraker fırınlarına yatırım yapıyor. Bu değişiklikler çok önemlidir, çünkü aksi takdirde nihai ürünlere aktarılacak olan gömülü emisyonların büyük bir kısmını ortadan kaldırır.
Söz konusu tedarikçiler üzerinde artan bir pazar baskısı da vardır: Örneğin, küresel tüketici markaları ve otomotiv şirketleri, kendi tedarik zinciri emisyon hedeflerini karşılamak ve çevreye duyarlı müşterilere hitap etmek için yeşil malzemeler (düşük karbonlu alüminyum, yeşil çelik, geri dönüştürülmüş plastikler) aramaktadır (WEF, 2024). İşte bu gelişme, hammadde endüstrilerinde inovasyon için bir talep yaratıyor. Düşük karbonlu malzemeler tedarik edebilen şirketler, pazarlara öncelikli erişim elde etme şansına sahiptir. Bu durum, bazı Avrupalı otomobil üreticilerinin yeşil çelik için yıllar öncesinden tedarik sözleşmeleri imzalamasıyla kanıtlanmıştır. Kısacası, hammadde üreticileri, genellikle önemli sermaye yatırımları ve ortaklıklar (örneğin, hidrojen üretimi için çelik şirketleri ve yenilenebilir enerji sağlayıcıları arasında kurulan ortak girişimler) yoluyla, düşük karbonlu ekonomiye uygun olarak üretimlerini yeniden tanımlama sorumluluğuna ve fırsatına sahiptir.
Takım tezgâhları ve robotlardan kazanlara, fırınlara ve BİT sistemlerine kadar üretim araçlarını üreten Makine ve ekipman üreticileri de enerji verimliliğini ve çevresel performansı endüstriyel donanıma entegre ederek yeşil dönüşümde çok önemli bir rol oynamaktadır. İmalat teknolojisi sağlayıcıları, tasarımlarına sürdürülebilirlik özellikleri dahil ederse, bu avantajları ekipmanlarını kullanan tüm sektörlere etkili bir şekilde yayarlar. Bu, küçük müdahalelerden (daha verimli elektrik motorları, akıllı kontroller, endüstriyel konveyörlerde rejeneratif frenleme gibi) büyük atılımlara (düşük emisyon için optimize edilmiş tüm üretim platformlarının geliştirilmesi gibi) kadar uzanır. Örneğin, önde gelen takım tezgâhı şirketleri, hassasiyeti artırarak çalışma sırasında önemli ölçüde daha az enerji tüketen ve malzeme israfını en aza indiren yeni ekipman serileri piyasaya sürdü. Ayrıca, müşterilerinin makinelerin enerji kullanımını izleyip optimize etmelerini sağlayan dijital izleme sistemleri sunma eğilimi de giderek artıyor. Ürünlerini yenileyerek, ekipman tedarikçileri yeşil teknolojinin hızla yayılmasına yardımcı olurlar. Çünkü bir fabrika, endüstriyel bir makinenin en son modeline geçtiğinde, bu makineye entegre edilmiş verimlilik iyileştirmelerinden otomatik olarak yararlanır. Ayrıca, birçok ekipman üreticisi artık müşterileri için sürdürülebilirlik konusunda ortak olarak konumlanmakta ve enerji denetimleri veya performans garantileri gibi hizmetler sunmaktadır. Bu genellikle rekabetçi bir farklılaştırıcı unsurdur: Pazar, daha yeşil üretimi proaktif olarak destekleyen ekipman tedarikçilerini ödüllendirmektedir, çünkü sektördeki müşterileri enerji maliyetlerini ve emisyonları azaltma baskısı altındadır. Esasen, makine ve teknoloji tedarikçileri yeşil geçiş için güç çarpanı görevi görmektedir ve sundukları her yenilik, değer zincirindeki düzinelerce veya yüzlerce imalat firmasına fayda sağlayabilir.
Üretim tesislerine elektrik, ısı ve diğer enerji taşıyıcılarını sağlayan enerji sağlayıcıları da aynı derecede önemlidir. Tarihsel olarak, üretim doğrudan (örneğin fırınlarda ısı için doğal gaz yakmak, metalurji süreçlerinde kömür kullanmak) ve dolaylı olarak (kömür veya gazdan üretilen elektrik yoluyla) fosil yakıtlara bağımlı olmuştur. Karbonsuzlaştırma hedefine ulaşmak için fabrikalara sağlanan enerjinin karbonsuz hale gelmesi gerekir. Bu da elektrik ve diğer enerji şirketlerini kilit paydaşlar haline getirir. Birçok ülkenin karbonsuzlaştırma stratejileri, yenilenebilir enerji kaynaklarının yaygınlaştırılması ve kömür enerjisinin aşamalı olarak terk edilmesi yoluyla elektrik şebekesinin yeşillendirilmesine öncelik vermektedir. Daha temiz bir şebeke, şebeke elektriği kullanan tüm üretim tesislerinin karbon ayak izini doğrudan azaltır VE bu da Scope 2 emisyonlarını etkiler. Üreticiler, elektriğin sürdürülebilir olmasını sağlamak için yenilenebilir enerji projeleriyle elektrik satın alma anlaşmaları imzalamakta veya tesislerinde kendi elektriklerini üretmek için (fabrika çatılarına güneş panelleri gibi) tesisler kurmaktadır. Örneğin, RE100 girişimi kapsamındaki teknoloji ve otomotiv şirketleri, faaliyetleri için %100 yenilenebilir enerji kullanmayı taahhüt ederek enerji şirketlerine net bir talep sinyali vermektedir. Buna paralel olarak, enerji tedarikçileri kolayca elektrifikasyona uygun olmayan sektörler için çözümler geliştiriyor: Biyoenerji ve yeşil hidrojen bu alanda umut vaat eden iki alan olarak öne çıkıyor. Yenilenebilir elektrikten üretilen yeşil hidrojen, belirli endüstriyel süreçlerde fosil yakıtların yerini alabilir. Enerji şirketleri ve gaz tedarikçileri, üreticilerin yakıt geçişini kolaylaştırmak için endüstriyel merkezlerin yakınında hidrojen kümeleri ve boru hatları kuruyor. Buna ek olarak, kamu hizmetleri şirketleri genellikle fabrikalarla enerji verimliliği programları kapsamında iş birliği yaparak, tüketimlerini azaltmaları için teşvikler veya teknik destek sağlıyor. Çünkü enerji tasarrufu, yeni enerji üretmekten daha ucuz olabilir.
Paydaşlar olarak enerji sağlayıcıları, endüstrinin ihtiyaçları için güvenilir, uygun fiyatlı ve sürdürülebilir enerji sağlamakla yükümlüdür. Bu da temiz enerji altyapısı ve akıllı şebekelere büyük yatırımlar yapılmasını gerektirir. Politikalar bu konuda yardımcı olabilir, ancak şirketlerin kendileri iş modellerinin dönüşümünü (kilovat-saat satmaktan, düşük karbonlu bir gelecekte enerji hizmetleri satmaya) yönetmelidir. Sonuç olarak, enerji arzının karbonsuzlaştırılması olmadan, imalatın yeşil dönüşümü eksik kalır ve bu nedenle enerji sektörünün uyumu başarılı bir dönüşüm için vazgeçilmezdir.
Son olarak, bu paydaş grubunun merkezinde, nihai ürünleri pazara sunan imalat firmaları, yani OEM'ler ve ürün montajcıları bulunmaktadır. Bu şirketler, hem yukarı akış (tedarikçilerle) hem de aşağı akış (müşterilerle) ile etkileşim halindedir ve bu da onları paydaş etkileşiminin kilit noktası haline getirmektedir. İmalat firmaları sürdürülebilirliği birçok alanda uygulamak zorundadır: Kendi operasyonları içinde, fabrikalarını ve süreçlerini yeşil hale getirerek ve tedarik zincirleri genelinde tedarikçileri ve lojistiği de sürece dahil ederek.
Üreticiler kendi iç süreçlerinde, üretim hatlarını enerji verimli ekipmanlarla yenilemek, yenilenebilir elektriğe geçmek, yalıtımı ve ısı geri kazanımını iyileştirmek, atıkları azaltmak için üretim planlamasını optimize etmek ve çalışanları yalın ve yeşil uygulamalar konusunda eğitmek gibi birçok önlem almaktadır. Birçoğu, karbon emisyon yoğunluğunu belirli bir yüzde oranında azaltmak veya belirli bir yıla kadar üretimde atık miktarını sıfıra indirmek gibi hedefler belirlemiştir. Örneğin, küresel elektronik ve otomotiv şirketleri, 2030'lara kadar karbon nötr üretim faaliyetlerine ulaşma hedeflerini açıklamış ve bu hedefe ulaşmak için enerji verimliliği ve tesis içi yenilenebilir enerji kaynaklarına büyük yatırımlar yapmaktadır. Bazı şirketler, enerji performansında sürekli iyileştirmeyi kurumsallaştırarak enerji yönetimi için ISO 50001 sertifikası almıştır.
Bu alandaki önemli bir trend, gelişmiş izleme ve raporlama sistemlerinin entegrasyonudur. Şirketler, enerji, su ve malzeme akışlarını ayrıntılı olarak ölçmek için sensörler ve yazılımlar kullanarak veriye dayalı iyileştirmeler yapmaktadır. Bu, sürdürülebilirlik raporlamasına da katkıda bulunmaktadır. İmalat şirketleri, yıllık raporlarında veya özel sürdürülebilirlik raporlarında, genellikle GRI gibi standartları takip ederek veya İklimle İlgili Finansal Açıklamalar Görev Gücü (TCFD) tavsiyelerine uyarak, çevresel performanslarını giderek daha fazla açıklamaktadır. Bu tür bir şeffaflık, yatırımcılar ve müşteriler tarafından talep edilmektedir ve ilerlemenin izlenmesine yardımcı olmaktadır. Üreticiler ayrıca yaşam döngüsü etkilerini azaltmak için ürün yeniliği peşinde de koşmaktadır: Daha hafif (dolayısıyla daha az malzeme ve daha az enerji kullanarak taşınabilen), kullanımda daha enerji verimli ve geri dönüşümü veya yeniden üretimi daha kolay ürünler tasarlamaktadır. Bazı şirketler, müşterilerine ürünlerinin çevresel profilini bildirmek için yeşil etiket programları yürütmekte ve verimli ürünleri sayesinde milyonlarca tonluk müşteri CO₂ emisyonunu önlemeyi taahhüt etmektedir. Otomotiv sektöründe, mevcut OEM'ler sadece elektrikli araçlara geçmekle kalmıyor, aynı zamanda yeşil çelik, geri dönüştürülmüş plastikler vb. kullanmak için üretimi yeniden tasarlıyorlar. Çünkü ürün kullanım aşaması daha temiz hale geldikçe, malzemelerde bulunan emisyonlar göreceli olarak önem kazanıyor. Böylece, üreticiler hem ürünleri nasıl ürettikleri hem de hangi ürünleri ürettikleri konusunda yeşil dönüşümü teşvik ediyorlar.
Tedarik zinciri genelinde üreticiler, özellikle de çok sayıda küçük tedarikçisi olan OEM’ler genellikle tedarikçilerini etkileme gücüne sahiptir. Birçoğu bu gücü sürdürülebilirlik kriterlerini uygulamak için kullanmakta; örneğin, tedarikçilerden karbon ayak izlerini ölçüp raporlamalarını, belirli yüzdelerde geri dönüştürülmüş içerik kullanmalarını veya çevre hükümleri içeren davranış kurallarına uymalarını talep etmektedir. Hatta bazı büyük şirketler belirli bir yıla kadar tüm değer zincirlerini karbonsuzlaştırma hedefi belirlemiştir (net sıfır Kapsam 3 emisyonları) ve bu da zincirdeki tüm tedarikçileri emisyonlarını azaltmaya veya değiştirilme riskine girmeye zorlamaktadır. Bu, tüm ekosistemi yükseltmeye yönelik proaktif bir yaklaşımı göstermektedir. Ayrıca moda, elektronik ve otomotiv gibi sektörlerde benzer şirketler bir araya gelerek yeşil tedarik standartlarını uyumlaştırmak ve ortak tedarikçileri değişime zorlamak için sektör koalisyonları da oluşmaktadır. Tedarikçiler sürdürülebilirlik konusunda tek bir talep sinyaliyle karşı karşıya kaldıklarından, bu tür kolektif eylemler çok etkili olabilmektedir.
Elbette değer zincirindeki aktörler bu geçiş sürecinde, yeni teknolojilerin yüksek başlangıç maliyetleri, süreçlerin değiştirilmesi sırasında ortaya çıkabilecek kesintiler veya riskler ve bazen hangi teknoloji yolunun galip geleceğine dair belirsizlik gibi zorluklarla da karşılaşmaktadır. Şirketlerin kısa vadeli rekabet gücü ile uzun vadeli sürdürülebilirlik hedefleri arasında denge kurmaları gerekmektedir, ancak geç kalmanın maliyetinin daha yüksek olabileceği de unutulmamalıdır.
Sonuç olarak, yeşil dönüşümde uygulama riskinin ve inovasyon yükünün büyük kısmı endüstri değer zincirinin paydaşlarına aittir. Politikaları ve tüketici beklentilerini fabrika zeminlerinde ve ürün tasarımlarında somut eylemlere dönüştürmeleri gerekmektedir. Bu grubun çabaları, geçişin somut çıktıları ile sonuçlanır: Daha düşük emisyonlu fabrikalar, raflarda daha yeşil ürünler ve birim üretim başına daha az çevresel etki. Bu grup içindeki etkileşim de önemlidir. Örneğin paydaşlar arası iş birliği, yeni malzemelerin ortak geliştirilmesinden enerji tasarrufunda en iyi uygulamaların paylaşılmasına kadar geniş bir tema olarak ortaya çıkmaktadır.
2.2.3 Destek Hizmetleri, İnovasyon Ortakları ve Sivil Toplum
Temel politika ve endüstri aktörlerini çevreleyen, destek, inovasyon ve toplumsal denetimden oluşan çok önemli bir ekosistem bulunmaktadır. Bu paydaşlar doğrudan ürün üretmeyebilir veya yasaları uygulamayabilir, ancak yeşil dönüşümün etkili bir şekilde gerçekleşmesini sağlayan bilgi ve araçları sağlarlar. Teknik çözümlerin geliştirilmesini, işgücünün yetkin olmasını ve daha geniş topluluğun katılımını ve desteğini sağlarlar. Bu geniş grubu birkaç ana bileşene ayırabiliriz: Araştırma ve eğitim kurumları, teknoloji ve hizmet sağlayıcıları, işgücü ve işçi örgütleri ile STK'ler dahil sivil toplum.
Üniversiteler, teknik enstitüler ve özel araştırma merkezleri gibi kurumlar sürdürülebilir endüstri için inovasyonun kaynağıdır. Akademik araştırmalar daha sonra endüstri tarafından benimsenen birçok yeşil teknolojinin erken aşamadaki gelişimini yönlendirir: Örneğin, düşük sıcaklıkta kimyasal işlemler için yeni katalizörler, enerji depolama için yeni pil kimyaları, biyolojik olarak parçalanabilir malzeme bilimi veya karbon yakalama yöntemleri. Üniversiteler ve imalat şirketleri arasındaki iş birlikleri, çığır açan buluşların ticarileşmesini de hızlandırmıştır. Buna bir örnek, Cambridge Üniversitesi İmalat Enstitüsü ile Dünya Ekonomik Forumu'nun Net-Zero girişimi arasındaki ortaklıktır. Bu ortaklık, değer zincirlerinin karbonsuzlaştırılması için çerçeveler ve pilot projeler oluşturmuştur (Na & Zhong, 2024). Bu tür üniversite-sanayi iş birlikleri, en son bilimsel gelişmeleri pratik uygulamaya aktarmaktadır. Ayrıca, üniversiteler ve meslek okulları, yeşil ekonomi için gerekli insan kaynağını yetiştirmektedir. Mühendislik, kimya, işletme ve ticaret eğitimine sürdürülebilirlik kavramlarını dahil etmek için müfredatlar güncellenmektedir. Yenilenebilir enerji mühendisliği, sürdürülebilir tedarik zinciri yönetimi veya çevre veri bilimine odaklanan yeni programlar, şirketlerde dönüşümü gerçekleştirebilecek mezunlar yetiştirmektedir. Mevcut işgücü için, eğitim kurumları genellikle endüstri dernekleri veya hükümetin işgücü geliştirme girişimleriyle iş birliği içinde enerji denetimi, yeşil bina veya döngüsel ürün tasarımı gibi alanlarda yeniden beceri kazandırma veya sertifika programları yürütmektedir. Bu eğitim rolü hayati önem taşıyor, çünkü vasıflı işçi eksikliği yeşil dönüşüm sürecinde bir darboğaz oluşturabilir. Örneğin, şirketler fabrika süreçlerini elektrifikasyona geçirmek istediklerinde, gelişmiş elektrik sistemleri ve otomasyona aşina elektrikçiler ve mühendislere ihtiyaç duyarlar. Eğitim kurumları, yetenekli insanları hazırlayarak bu darboğazı azaltır ve işçilerin dönüşümden korkmak yerine ona katılmalarını sağlar.
Akademisyenlerin yanı sıra, inovasyon ve teknik hizmet sağlayıcıları da sürdürülebilirliği mümkün kılan özel çözümler sunan dinamik bir segment oluşturmaktadır. Bunlar arasında temiz teknoloji, yazılım, mühendislik danışmanlığı ve enerji hizmetleri gibi sektörlerdeki yeni kurulan şirketler ve köklü firmalar bulunmaktadır. Örneğin, IoT platformları sağlayıcıları, fabrikaları çevresel parametreleri sürekli olarak izlemek için sensörler ve veri analitiği ile donatabilir; enerji yönetimi yazılımı geliştiren şirketler, üreticilerin enerji kullanımını analiz etmesine ve tasarruf fırsatlarını gerçek zamanlı olarak belirlemesine yardımcı olabilir. Bazı firmalar karbon ayak izi hesaplama ve yaşam döngüsü değerlendirmesi konusunda uzmanlaşmış olup, üreticilere ürün ve süreçlerin emisyonlarını hesaplamak ve iyileştirmeler önermek için hizmet sunmaktadır. Şirketler karbon azaltma hedefleri belirledikçe ve ilerlemeyi doğru bir şekilde takip etmek zorunda kaldıkça, bu uzmanlığa olan talep de giderek artıyor. Sürdürülebilirlik sertifikaları alınmasına veya yönetim sistemlerinin uygulanmasına yardımcı olan danışmanlar da bulunmaktadır. Döngüsel ekonomi alanında, yenilikçi girişimler ürün geri alma lojistiği, yenileme ve yeniden üretim kapasiteleri veya bir sürecin atık çıktılarını başka bir sürecin hammaddesi olarak birbirine bağlayan ikincil malzeme pazarları gibi hizmetler sunmaktadır. Lojistik şirketleri de hizmetlerini uyarlama sürecindedir. Birçok lojistik firması düşük emisyonlu ulaşım seçenekleri (elektrikli araç filoları, yakıt kullanımını azaltmak için optimize edilmiş rota algoritmaları) ve geri dönüşüm için entegre tersine lojistik gibi yeşil lojistik çözümleri sunmaktadır. Bu hizmet sağlayıcıların varlığı, imalat firmalarının her çözümü kendi bünyesinde geliştirmek zorunda kalmaması anlamına geliyor. Bu, büyük Ar-Ge departmanları olmayan küçük ve orta ölçekli işletmeler için özellikle önemli, çünkü teknoloji sağlayıcılarla iş birliği yaparak güneş enerjisi, verimli HVAC, dijital izleme gibi alanlar için hazır çözümleri uygulayabiliyorlar. Sonuç olarak, diğer şirketlerin sürdürülebilir hale gelmesine yardımcı olan şirketlerden oluşan tam bir yeşil endüstri ortaya çıkmıştır. Bu, yeni ekonomik faaliyetler ve istihdam yaratmakla kalmaz, aynı zamanda en iyi uygulamaların hızla yayılmasını da sağlar. Örneğin, bir danışmanlık şirketi belirli bir yaklaşımla bir fabrikanın sıfır atık hedefine ulaşmasına yardımcı olursa bunu diğer fabrikalara da uygulayabilir ve bu uygulamanın sektör genelinde yayılmasını hızlandırabilir.
Destek sağlayan paydaşların önemli bir kısmı, endüstride döngüsel ekonomiyi kolaylaştıran atık yönetimi ve geri dönüşüm ile uğraşanlardır. Bunlar arasında geri dönüşüm firmaları, atık toplama ve işleme şirketleri ile endüstriyel simbiyoz (bir endüstrinin atığı diğerinin hammaddesi haline gelmesi) üzerine odaklanan yeni işletmeler bulunmaktadır. Bu segment, atık olacak ürünleri işleyerek, üreticilerin döngüleri kapatmalarını sağlar. Örneğin, bir kimyasal geri dönüşüm şirketi, bir üretim tesisinden kullanılmış plastik ambalajları alıp bunları plastik üreticileri tarafından tekrar kullanılabilecek petrokimyasal hammaddeye dönüştürebilir ve böylece yeni hammadde ihtiyacını azaltabilir. Ya da bir atık yönetimi şirketi, birçok yerel fabrikadan hurda metal toplayıp bunları bir araya getirip işledikten sonra, yüksek kaliteli geri dönüştürülmüş malzeme olarak metal dökümhanelerine geri tedarik etme hizmeti sunabilir. Bazı imalat şirketleri, kendi başlarına kolayca gerçekleştiremeyecekleri “atıkların %90'ının geri dönüştürülmesi” veya “sıfır tehlikeli atık deşarjı” gibi iddialı hedefleri gerçekleştirmek için atık hizmet sağlayıcılarıyla yakın iş birliği içinde çalışır.
Tehlikeli madde yönetimi konusu da oldukça önemli bir husustur. Bu alandaki uzman şirketler, endüstriyel kirleticilerin güvenli bir şekilde arıtılmasına veya etkisiz hale getirilmesine yardımcı olarak çevre düzenlemelerine uyumu sağlar ve toplulukları korur. Daha sıkı atık ve kirlilik yönetmeliklerinin yürürlüğe girmesiyle bu uzman hizmet sağlayıcıların rolü daha da belirgin hale geliyor. Esasen, imalat firmaları adına çevre mühendisleri ve operatörleri olarak hareket ederek, çoğu imalatçının temel yetkinliklerinin dışında kalan sorunları çözüyorlar. Böylelikle, imalatçılar dış kaynaklı uzmanlık sayesinde çevre yükümlülüklerini yerine getirirken üretime odaklanabiliyorlar.
İnsan unsuruna geçersek çalışanlar ve sendikalar her şirketin ve sektörün dönüşüm sürecinde kilit paydaşlardır. Yeni prosedürleri uygulayan, yeni ekipmanları çalıştıran ve genellikle üretim sahasında verimlilik iyileştirmeleri için fikirler üreten çalışanlardır. Bu nedenle, çalışanların yeşil dönüşüm sürecine katılımı çok önemlidir. Sürdürülebilirlik programlarında çalışanlarını başarılı bir şekilde güçlendiren şirketler, genellikle bu çalışanların yöneticilerin gözden kaçırabileceği enerji israflarını veya süreç iyileştirmelerini tespit ettiğini görür. Örneğin, bir montaj hattı çalışanı, güç tasarrufu için makinenin boşta kaldığı zamanlarda kapatılabileceğini fark edebilir veya belirli ambalaj malzemelerinin yeniden kullanılmasını önerebilir. Şirket bu tür katkıları teşvik ederse, sürekli artan kazançlar elde edilebilir. Bazı firmalar, sürdürülebilirlik girişimlerini şirket içinde tartışmak ve yürütmek için çalışanların da dahil olduğu yeşil ekipler veya departmanlar arası komiteler kurarak, katılımı ve morali artırmaktadır.
Sendikalar ve işçi temsilcileri, adil bir geçiş sağlamada daha geniş bir role sahiptir. Çalışanların işlerini kaybetmek yerine yeni yeşil teknolojiler için becerilerini geliştirecek eğitim programlarının düzenlenmesini savunurlar. Sendikalar ayrıca, genellikle çevresel iyileştirmelerle uyumlu olan sağlık ve güvenlik iyileştirmelerine ilişkin toplu sözleşme hükümlerini müzakere eder. Karbondioksit salımının azaltılması kapsamında küçülecek kömür enerjisi veya madencilik gibi sektörlerde, sendikalar adil tazminat, yeniden istihdam veya toplumsal yatırım planlarının müzakeresinde önemli bir rol oynar. Bu örnek daha çok enerji sektörüne ait olmakla birlikte imalat sektöründe de benzer durumlar söz konusudur: Bir fabrika yeni bir teknolojiye geçerse bazı işler değişebilir veya belirli beceriler gereksiz hale gelebilir. Sendikalar, şirketleri ve hükümetleri bu değişiklikleri önceden tahmin etmeye zorlamalıdır. Kirliliğe neden olan endüstrilere bağımlı bölgelerde, sendikalar genellikle yerel yönetimlerle ekonomik çeşitlendirme planları üzerinde iş birliği yapar. İşçilerin sesini duyurarak, geçiş sürecinde sahadaki insanların geçim kaynaklarının göz ardı edilmemesini sağlarlar. Destekleyici ve iyi hazırlanmış bir işgücü, direniş kaynağı olmak yerine yeşil dönüşümün öncüsü haline gelebilir.
Son olarak, sivil toplum kuruluşları, özellikle çevre STK'leri ve topluluk grupları, yeşil dönüşüm sürecinde hem savunucu hem de denetleyici rol oynar. Çevre STK'leri (Greenpeace, WWF, NRDC ve sayısız yerel grup gibi) tarihsel olarak endüstriyel kirlilik ve iklim değişikliği konusunda farkındalık yaratan ve böylece daha güçlü çevre düzenlemeleri ve kurumsal taahhütlere yol açan kamuoyu baskısı oluşturan kuruluşlar olmuştur. Genellikle paydaş diyalogları veya kampanyalar yoluyla şirketlerle doğrudan iletişime geçerler. Örneğin, STK'lerin savunuculuk faaliyetleri, birçok şirketin sürdürülemez uygulamaları ortadan kaldırma taahhüdünde bulunmasına yol açmıştır (palm yağı tedarik zincirlerinde sıfır ormansızlaşma taahhütleri veya ürünlerde PVC plastiklerin kullanımının aşamalı olarak sonlandırılması taahhütleri gibi). Bazı durumlarda, STK'lar endüstri ile iş birliği girişimleri oluşturur: Bunun iyi bilinen bir örneği, WWF ile büyük şirketler arasında Climate Savers gibi programlarda gerçekleştirilen iş birliğidir. Bu programlarda şirketler, STK'lerin rehberliği ve doğrulaması ile iddialı emisyon azaltma hedefleri belirler ve bu hedeflere ulaşır. STK'ler firmalara teknik uzmanlık da sağlar ve bazıları sürdürülebilirlik standartlarının geliştirilmesine veya şirketlerin sertifikalandırılmasına yardımcı olan uzmanlara da sahiptir.
Topluluk grupları ve yerel sivil toplum, belirli endüstriyel tesisler söz konusu olduğunda kritik öneme sahiptir. Bir üretim tesisi genişlemek veya yeni bir teknoloji kullanmak istiyorsa yerel topluluğun desteğini almak projenin başarısını veya başarısızlığını belirleyebilir. Topluluklar, endüstrilerin yerel hava ve su kirliliğini azaltmasını ve yeşil ekonomiye geçişte olumlu katkıda bulunmasını bekler. Yerel paydaşlarla proaktif bir şekilde etkileşim kuran, daha temiz operasyonlar için planlarını paylaşan, endişeleri ele alan ve şeffaflık gösteren şirketler, istikrarlı bir çalışma ortamı sağlamaya daha yatkındır. Tersine, çevre konusunda kötü bir sicile sahip olanlar, genellikle toplulukların muhalefetiyle, protestolarla veya maliyetli olabilecek yasal zorluklarla karşı karşıya kalır. Bu nedenle, fabrikayı daha sağlıklı bir topluluk ekosistemine entegre etmek için iyi niyet göstergesi ve samimi çabalar olarak, ağaç dikme kampanyaları, çevre izleme komiteleri veya eğitim programları gibi faaliyetlerde yerel sivil toplumla iş birliği yapan şirketlerin sayısının giderek arttığını görüyoruz. Hükümetler bazen bunu, fabrika izinleri için topluluk danışmaları talep ederek veya yerel endüstri için sürdürülebilir bir yol haritası çizmek üzere işçi, topluluk liderleri ve şirketleri bir araya getiren yerel adil geçiş komitelerini destekleyerek resmileştirir.
Sivil toplum, yeşil dönüşümü yönlendiren standartların ve sertifikaların geliştirilmesi ve sürdürülmesinde de rol oynar. Genellikle STK'ler, akademisyenler ve endüstri temsilcilerinin katıldığı çok paydaşlı girişimler, Küresel Raporlama Girişimi, Bilim Temelli Hedefler ve çeşitli ürün eko-etiketleri gibi çerçeveler oluşturmuştur. Bu çerçeveler, yönetişim ve güvenilirlik açısından genellikle sivil toplum aktörlerine dayanır. Bu çerçevelere uyan şirketler, bunu kısmen paydaşların beklentilerini karşılamak ve itibar kazanmak için yapmaktadır. Aslında sivil toplum, en iyi uygulamaların sınırlarını zorlayarak ve taahhütlerin eylemlerle desteklenmemesi durumunda yeşil yıkamayı (green washing) ortaya çıkararak “yeterince yeşil” kavramının ne olduğunu tanımlamaya yardımcı olur. Örneğin, bir şirket sürdürülebilir olduğunu iddia etse de bir STK'nin araştırması sonucunda önemli kirlilik yaratan uygulamaların hala devam ettiği ortaya çıkarsa, bu durum şirketin itibarını ve hisse değerini zedeleyebilir. Böylece sivil toplum, bir hesap verebilirlik katmanı getirir ve baskıyı sürdürerek yeşil dönüşümün ivmesinin azalmamasını sağlar.
Özetle, bu destek ve sivil toplum kategorisinde yer alan paydaşlar, imalat sektörünün yeşil dönüşümünün teknik olarak uygulanabilir, sosyal açıdan kapsayıcı ve güvenilir olmasını sağlar. Araştırma alanındaki atılımları, teknik çözümleri ve gerekli nitelikli insan kaynağını sağlarlar; şirketlerin değişiklikleri verimli bir şekilde uygulamasına yardımcı olurlar; çalışanları korur ve hazırlar, çevre ve toplumun sesini duyururlar. Bu grup ile diğer gruplar arasındaki etkileşimler çok çeşitlidir. Örneğin, devlet kurumları genellikle politika oluşturmak için akademik araştırmalara güvenir ve Ar-Ge programlarını finanse edebilir; şirketler, düzenleyici hedefleri karşılamak için teknoloji sağlayıcılara güvenir; sendikalar, şirketlerle pazarlık yapar ve adil politikalar için hükümete baskı yapar. Finansın bu sürece nasıl dahil olduğu, bunu açıklayan bir örnek olabilir. Birçok finans kurumu, şirketlerin sürdürülebilirliğini değerlendirmek için üçüncü taraf uzmanlara (STK'ler veya ESG derecelendirme kuruluşları) danışmakta ve bu da yatırım kararlarını etkilemektedir. Bu durumda sivil toplum, finans akışlarını da dolaylı olarak etkilemektedir. Esasen, bu paydaş grubu yeşil dönüşümün bağlantı dokusu ve vicdanı olarak hareket ederek çözümlerin bulunmasını ve dönüşümün sadece kâğıt üzerinde iyi görünmekle kalmayıp, sahada gerçek çevresel faydalar ve sosyal değer sağlamasını garanti etmektedir.
2.2.4 Tüketiciler ve Pazar Talebi
Üretim tedarik zincirinin sonunda, tüketiciler, yani ürünlerin son kullanıcıları yer alır ve onların tercihleri, yeşil dönüşüm çabalarını nihai olarak onaylar ve ödüllendirir. Tüketiciler ister bireysel ister kurumsal alıcılar olsun, ikili bir rol oynar: Sürdürülebilir ürünlere olan talebi artırır ve endüstrinin sağladığı çevresel iyileştirmelerin yararını görür. Son yıllarda, tüketicilerin sürdürülebilirlik konusundaki farkındalığı ve tercihlerinde belirgin bir değişim olmuştur. Giderek büyüyen bir tüketici kesimi, satın alma kararlarında çevresel ve sosyal sorumluluğu dikkate almakta ve daha yeşil bir ekonomi için cüzdanlarıyla oy kullanmaktadır.
Çok sayıda anket ve pazar araştırması, tüketicilerin sürdürülebilir ürünlere olan talebinin arttığını doğrulamaktadır. Örneğin, ABD’de yapılan geniş çaplı bir ankette, tüketicilerin %60’ı, sürdürülebilir hareket eden firmaları mal ya da hizmetlerini satın alarak desteklediklerini, %42’si ise etik ve sürdürülebilir olan firmaların markalarına daha fazla ödeme yapmaya istekli olduğu ortaya çıkmıştır (Sustainable Brands, 2024). Küresel olarak da benzer eğilimler gözlemlenmiştir: Simon-Kucher & Partners’ın 2024 araştırmasına göre, tüketicilerin %64'ü sürdürülebilirliği ilk üç satın alma kriteri arasında belirtmiş ve %54’ü sağlam çevre referanslarına sahip markalar için daha fazla ödeme yapacağını söylemiştir (Simon-Kucher, 2024). Bu tüketici uyanışı, iklim değişikliği ve kirliliğin medyada daha fazla yer alması ve tüketim mallarıyla doğrudan bağlantılı olan okyanus plastik atıkları gibi sorunların görünürlüğünün artmasıyla besleniyor. Sonuç olarak, tüketiciler sadece kendi alışkanlıklarını değiştirmiyor, aynı zamanda şirketlerin de sorumluluk almasını bekliyor. Bu, bir nesil öncesinde fiyat ve kalitenin genellikle tek kriter olduğu dönemden dramatik bir değişimdir. Artık, sürdürülebilirlik birçok alıcı için kaliteyi belirleyen temel bir özellik haline gelmiştir.
Bu durum, üreticiler için çok önemli sonuçlar doğurmaktadır. Sürdürülebilir ürünleri tercih eden tüketiciler, yeşil dönüşümü benimsemiş şirketler için rekabet avantajı yaratmaktadır. Örneğin, otomotiv pazarında elektrikli araçlara olan talebin artması, tüketicilerin benzinli araçlara daha temiz alternatifler istemesi sonucu doğrudan bir tepkidir. Elektrikli araç geliştirmeye erken başlayan şirketler bu pazar büyümesini yakaladı ve şimdi neredeyse tüm otomobil üreticileri, tüketici beklentilerini ve yasal zorunlulukları karşılamak için ürün yelpazelerini elektrikli hale getirmek için yarışıyor. Benzer şekilde, giyim sektöründe, organik veya geri dönüştürülmüş malzemelerden üretilen ve tedarik zinciri şeffaf olan eko-moda için niş ama büyüyen bir pazar vardır ve bu pazara hitap eden markalar, fiyatları genellikle yüksek olsa da çevreye duyarlı müşteri segmentleri arasında güçlü bir sadakat oluşturmuştur. Gıda ve kişisel bakım gibi hızlı tüketim mallarında, “organik”, “adil ticaret”, “biyobozunur ambalaj” veya “karbon nötr” gibi etiketler mağaza raflarındaki ürünleri farklılaştıran satış argümanları haline gelmiştir. Birçok büyük tüketim malları şirketi, son yıllarda yaptıkları açıklamalarda, portföylerinde sürdürülebilirliği vurgulayan markaların, bunu yapmayan markalara göre daha yüksek büyüme oranları elde etme eğiliminde olduğunu fark etmiştir. Bu durum, bu şirketleri, kısmen tüketicilerin gözünde marka değerini korumak ve artırmak amacıyla, iddialı kamuya açık sürdürülebilirlik hedefleri belirlemeye sevk etmiştir.
Tüketiciler, genellikle “yeşil satın alma” olarak adlandırılan uygulamalarla B2B pazarları da etkilemektedir. Ürün satın alan büyük şirketler ve kamu kurumları da aslında tüketicilerdir ve çoğu sürdürülebilir satın alma politikaları benimsemiştir. Örneğin, ofis mobilyası satın alan bir teknoloji şirketi, mobilyaların sürdürülebilir ahşap (FSC sertifikalı) ve düşük toksik kimyasal içerikli olması şartını koyabilir veya araç filosu satın alan bir belediye, elektrikli veya hibrit modeller talep edebilir. Bu satın alma tercihleri tedarik zincirinde dalgalanmalara neden olur ve üreticilerin uyumlu yeşil ürünler sunması için teşvikler yaratır. Aslında, genellikle belirli oranlarda geri dönüştürülmüş içerik, enerji verimliliği standartları veya düşük karbon kriterleri zorunlu kılan kamu alım politikaları, hükümetlerin satın alma hacminin büyüklüğü nedeniyle pazarları hızla değiştirebilir. Bu nedenle, genel tüketiciler henüz yeşil özellikler talep etmese bile tek bir büyük alıcının politikası üreticileri uyum sağlamaya itebilir. Bunun bir örneği, 2000'li yıllarda ABD hükümetinin ENERGY STAR sertifikalı elektronik cihazları satın almasının, enerji verimliliğini ülke çapında satılan ofis ekipmanlarında standart bir özellik haline getirmesine yardımcı olmasıdır.
Tüketici etkisinin bir başka yönü de itibar ve marka güvenidir. Modern tüketiciler bilgiye erişim imkanına sahiptir: Sosyal medya ve özel uygulamalar aracılığıyla şirketlerin çevresel tartışmaları veya sürdürülebilirlik ödülleri hakkında haberlere erişebilirler. Bir şirket aşırı kirlilik yaratırsa veya yeşil yıkama yaparken yakalanırsa, tüketiciler boykot veya sosyal medya tepkisiyle karşılık verebilir ve bu da satışları doğrudan etkileyebilir. Sustainable Brands’in 2024 anketi, ABD'deki tüketicilerin %56'sı şirketlerin çevresel ve sosyal mesajlarından şüphe duyduklarına dikkat çekti. Bu, tüketicilerin şüpheci olduğunu ve şirketlerin sözlerini yerine getirip getirmediğini dikkatle inceleyeceğini gösteriyor. Sonuç olarak, üreticiler şeffaf olmaya ve iddialarını doğrulamak için üçüncü taraf doğrulamaları (bağımsız eko-etiketler veya sürdürülebilirlik sertifikaları gibi) almaya motive oluyor. ABD’de sürdürülebilir ürünler satın alan tüketicilerin yaklaşık %72'si, bir ürünün sürdürülebilirlik özelliklerini doğrulamak için etiket veya sertifikalara baktıklarını belirtmiş (Sustainable Brands, 2022). Bu durum, şirketlerin sadece hükümet veya STK'lerin beklentilerini karşılamak için değil, tüketicilerin bu sertifikaları tanıdığı ve güvendiği için de sertifikalar almaya yönelmelerine neden olmaktadır. Esasen, tüketiciler kendi başlarına denetçiler haline gelerek, özgünlüğü ödüllendiriyor ve samimiyetsiz pazarlamayı cezalandırıyor. Şirketler buna yanıt olarak sürdürülebilirlik bilgilerini daha erişilebilir hale getirdi. Örneğin, bir hazır giyim perakendecisi, müşterilerini her giysinin çevresel ayak izini dikkate almaya teşvik ediyor ve hatta web sitesinde “ayak izi kronolojisi” özelliği sunuyor. Başka markalar da ambalajlarına ayrıntılı tedarik zinciri bilgilerine bağlantı sağlayan QR kodları eklemeye başladı.
Tüketici davranışları, ürünlerin kullanım ve ömür sonu aşamalarında da çok önemlidir ve bu da üretim tasarımına geri dönüyor. Bir ürün enerji verimli veya geri dönüştürülebilir olarak tasarlanabilir, ancak gerçek etkisi tüketicinin tercihlerine bağlıdır. Örneğin, yüksek verimli bir cihaz, tüketiciler enerji tasarrufu ayarlarını gerçekten kullanırsa enerji tasarrufu sağlar; geri dönüştürülebilir bir ambalaj, tüketici onu ayırıp geri dönüştürürse işe yarar. Birçok üretici bunun farkında ve tüketici eğitimi ve katılımına yatırım yapıyor. Bazı şirketler, tüketicilerin sorumlu bertaraf hizmetine değer verdiğini ve bunun da döngüsel malzeme akışına katkıda bulunduğunu bilerek, eski elektronik cihazlar için takas programları sunan teknoloji şirketleri gibi geri alma veya geri dönüşüm programları sunuyor. Elektrikli araçlar için şarj altyapısı kurmaya yatırım yapan otomobil üreticileri, tüketicilerin daha çevreci bir ürün seçmesini ve kullanmasını kolaylaştırma çabası olarak görülebilir. Dolayısıyla, tüketicinin rolü satın alma ile bitmez. Üreticiler, ürünün amaçlanan çevresel faydalarının pratikte gerçekleştirilebilmesi için de destekleyici bir ekosistem ve bilginin mevcut olmasını sağlamalıdır.
Vatandaşlar olarak tüketiciler, endüstriyel sürdürülebilirliği yöneten siyasi ortamı da etkiler. Kamuoyu, yeni düzenlemelerin yapılmasını teşvik edebilir: Örneğin, seçmenler daha temiz hava ve daha güvenli ürünler talep ederse, politikacılar daha sıkı endüstriyel standartlarla yanıt verebilir. Demokratik toplumlarda şirketler, oy kullanma veya referandum yoluyla politikayı çevre korumaya yönlendiren bir halkla karşı karşıya kalabilir ve bu da dolaylı olarak şirketlerin değişime karşı mücadele etmek yerine öncü olmaları gerektiğini pekiştirir. Daha dolaylı yollarla da olsa, güçlü bir tüketici çevre hareketi, politika yapıcıların cesur davranmalarına ve şirketlerin düzenleyicilere karşı çıkmak yerine onlarla iş birliği yapmalarına ivme kazandırabilir.
Yeşil dönüşüm sürecinde “prosumer” (üreten tüketici) kavramı da öne çıkmaktadır. Bu kavram, aynı zamanda üretim de yapan tüketicileri (şebekeye güneş enerjisi sağlayan evler veya geri dönüşüm/geri dönüşüm el sanatları ile uğraşan hobiler gibi) ifade eder ve sınırları bulanıklaştırırken, genel olarak sürdürülebilirlik için tabandan bir itici güç oluşturur.
Özetle, tüketiciler imalat sektörünün yeşil dönüşümünde güçlü, ancak biraz dağınık bir etkiye sahiptir. Tüketiciler hesap verebilirlik döngüsünü tamamlar: Düzenleyiciler, şirketler, finansörler ve yenilikçiler tarafından gösterilen tüm çabalar, nihayetinde insanların satın aldığı ürün ve hizmetlerde kendini gösterir. Son kullanıcılar sürdürülebilir seçenekleri benimserlerse, döngü başarılı olur ve pazarın benimsemesiyle doğrulanarak her aşamada çevresel etki azalır. Tüketiciler yeşil ürünleri reddederse (belki daha yüksek maliyet veya etkinlik konusunda şüphecilik nedeniyle), inovasyonun iş modelini zayıflatarak geçişi yavaşlatır. Ancak mevcut tüketici duyarlılığının giderek sürdürülebilirliğin itici gücü haline geldiğini gösteriyor. Bu, sürdürülebilirlik konusunda öncü olan üreticiler ve markaların pazar payı ve marka sadakati kazanabileceği, geride kalanların ise değişen müşteri değerleri karşısında eskime riskiyle karşı karşıya kalacağı anlamına geliyor. Bu etkileşim sinerjiktir: Tüketici talebi, şirketleri yeşil dönüşüme yatırım yapmaya teşvik eder ve daha fazla şirket sürdürülebilir ürünler sunmaya başladıkça, tüketicilerin yeşil bir yaşam tarzını sürdürmesi daha kolay ve normal hale gelir ve bu da talebi daha da güçlendirir. Böylece tüketiciler pasif katılımcılar değil, kolektif tercihleriyle tüm imalat sanayiini daha yeşil bir geleceğe yönlendiren aktif paydaşlar haline gelir.
2.3 İşbirliğine Dayalı Yeşil Dönüşüm
Yukarıdaki paydaş tartışması, imalatta yeşil dönüşümün kolektif bir yolculuk olduğunu açıkça ortaya koymaktadır. Kamu kurumları, endüstri aktörleri, destek kuruluşları ve tüketiciler gibi her paydaş grubunun farklı motivasyonları ve katkıları vardır, ancak hiçbiri tek başına ülkenin sürdürülebilir bir endüstriyel sistem hedefine ulaşmasını sağlayamaz. Süreç, doğası gereği birbirine bağlıdır. Örneğin, araştırmacılar (destek grubu) tarafından geliştirilen yenilikçi temiz teknolojiler, bunları benimsemeye istekli, ileriye dönük şirketlere (endüstri grubu) ihtiyaç duyar; bu şirketler, uygun krediler veya sübvansiyonlar (politika/finans grubu) ile desteklenmeli ve nihayetinde müşteriler (tüketici grubu) tarafından kabul edilmelidir. Bu zincirin herhangi bir halkası zayıfsa, ilerleme durma noktasına gelebilir. Örneğin, bir hükümet iddialı emisyon hedefleri belirleyebilir, ancak özel sektörün yenilikçiliği ve tüketicilerin kabulü olmadan bu hedefler hayal olarak kalır. Tersine, bir üretici mükemmel bir çevre dostu ürün geliştirebilir, ancak pazar talebi veya destekleyici politikalar olmadan ticari olarak başarılı olamayabilir. Bu nedenle, paydaşlar arasında uyum ve iş birliği sadece yararlı değil, aynı zamanda gereklidir.
Cesaret verici bir şekilde, farklı paydaşları bir araya getirerek eylemleri koordine eden daha fazla yapı ve forum görüyoruz. Yeşil teknoloji geliştirmede kamu-özel sektör ortaklıkları, sektörel iklim yol haritalarının belirlenmesi için STK'lerle birlikte çalışan endüstri konsorsiyumları, sürdürülebilir tedarik zincirleri üzerine çok paydaşlı yuvarlak masa toplantıları giderek yaygınlaşıyor. Örneğin, Birleşmiş Milletler'in iklim eylemi için moda endüstrisi tüzüğü, giyim tedarik zincirindeki emisyonları toplu olarak ele almak için markaları, tedarikçileri ve STK'leri bir araya getiriyor. Benzer şekilde, alüminyum ve havacılık gibi ağır sanayilerde, üreticiler, müşteriler, finansörler ve hükümetlerden oluşan koalisyonlar, sürdürülebilir malzemelerin veya yakıtların ölçeklendirilmesi gibi sorunları çözmek için oluşuyor. Bu iş birlikleri, bilgi, risk ve kaynakların paylaşılmasının, herhangi bir aktörün tek başına yapabileceğinin çok ötesinde inovasyonu ve uygulamayı hızlandırabileceğini kabul ediyor. Ayrıca, yaklaşımların standartlaştırılmasına da yardımcı olurlar ve bu da parçalanmayı ve belirsizliği azaltır.
İşbirliğinin önemli bir yönü, paydaşlar arasındaki geri bildirim döngüleridir. Etkili iletişim kanalları, her bir paydaşın ihtiyaçlarını ve kısıtlamalarını diğerlerine iletmesini sağlar. Örneğin, endüstriler politika yapıcıları teknoloji benimsemeyle ilgili pratik zorluklar ve zaman çizelgeleri hakkında bilgilendirebilir ve bu da daha gerçekçi düzenleme zaman çizelgeleri ve destekleyici politikalarla sonuçlanabilir. Buna karşılık, politika yapıcılar gelecekteki düzenleme yönü hakkında netlik sağlayabilir, böylece şirketler güvenle yatırım yapabilir. Tüketiciler, pazar araştırmaları ve sivil toplum forumları aracılığıyla tercihlerini dile getirebilir ve şirketlere hangi sürdürülebilirlik özelliklerinin değer gördüğü konusunda rehberlik edebilir. Benzer şekilde, finans sektörü de yeşil üretim projelerindeki yatırım engellerini anlamak için sektör ve düzenleyicilerle sık sık diyaloglar düzenler. Bu diyaloglar, yeşil finans girişimlerine ve risk azaltma araçlarına bilgi sağlamıştır. Dünya Ekonomik Forumu tarafından geliştirilen Endüstriyel karbonsuzlaşma için mazeret yok çerçevesi, şirketler, uzmanlar ve politika danışmanlarının tekrarlı katkılarıyla, şirketlerin iç eylemlerini, tedarik zincirinin güçlendirilmesini ve daha geniş bir ekosistem oluşturulmasını ele alan bir yol haritası oluşturulduğu bir örnektir.
Sonuç olarak, ekonomik canlılığı korurken karbon nötr ve kaynak verimli bir imalat sektörüne ulaşmak karmaşık bir sistem sorunudur. Belirlediğimiz paydaşlar bu sistemin parçalarını oluşturmaktadır. Paydaşlar birbirinden bağımsız veya çelişkili şekilde hareket ederse, sistem optimal şekilde çalışmayacak ve hatta değişime direnç gösterebilecektir. Ancak paydaşlar uyumlu bir şekilde hareket ederse, sistem hızlı ve sorunsuz bir dönüşüm geçirebilir. Elektrikli araçlara geçişi daha küçük ölçekte bir benzetme olarak düşünebiliriz: Hükümetler teşvikler ve altyapı yatırımları sağladı, otomobil üreticileri elektrikli araç tasarımına ve seri üretime yatırım yaptı, teknoloji şirketleri pilleri geliştirdi, tüketiciler ilgi gösterdi, kamu hizmetleri şebekelerin şarjı kaldırabileceğini garanti etti ve tüm bunlar bir araya gelerek elektrikli araçları on yıl içinde giderek yaygınlaştırdı. İklim hedeflerine ve sürdürülebilirlik hedeflerine ulaşmak için tüm imalat alt sektörlerinde benzer çok yönlü bir itici güç gereklidir.
Elbette, paydaşlar arasındaki etkileşimde gerilimler ve zorluklar da olacaktır. Tüm çıkarlar doğal olarak uyumlu değildir ve özellikle kısa vadeli öncelikler farklılık gösterebilir. Bir hükümet, sektörün çok maliyetli veya çok hızlı olduğunu düşündüğü bir düzenleme getirebilir; bir şirketin geçiş planı bir STK tarafından yeterince iddialı bulunmayabilir; tüketiciler sürdürülebilirlik isteyebilir, ancak bunun için daha yüksek bir fiyat ödemek istemeyebilir ve bu da yeşil seçeneklerin daha pahalı olabileceği ilk aşamalarda şirketler için bir ikilem yaratabilir. Bu tür sürtüşmeler doğaldır. İleriye giden yol, kazan-kazan çözümleri bulmak için sürekli diyalog, uzlaşma ve inovasyondan geçer. Örneğin, maliyet tüketiciler için bir engel teşkil ediyorsa, paydaşlar inovasyon ve ölçek ekonomisi yoluyla maliyetleri düşürmek için çalışabilir. Endüstri, sıkı yerel düzenlemeler nedeniyle rekabet gücünü kaybetmekten korkuyorsa, politika yapıcılar küresel olarak eşit şartlar sağlamak için karbon sınır ayarlamaları gibi önlemleri değerlendirebilir veya geçiş sürecinde destek sağlayabilir. Çalışanlar işlerini kaybetmekten korkuyorsa, endüstriler ve hükümetler yeni yeşil işlerin yaratılmasını ve erişilebilir olmasını sağlamak için yeniden beceri kazandırma programlarına ortak yatırım yapabilir. Esasen, yeşil dönüşümün sosyal ve ekonomik boyutlarını ele almak, teknik çözümler kadar önemlidir ve bu noktada farklı ihtiyaçları dengelemek için paydaşların iş birliği kilit öneme sahiptir.
Bu bölümden çıkarılacak tek bir ders varsa, o da paydaşlar arasındaki iş birliği ve iletişimin yeşil dönüşümün hızını ve başarısını belirleyeceğidir. İmalatın karbon nötr ve döngüsel bir modele geçişi devam etmektedir, ancak zaman çizelgesi ve sonuçlar, paydaşların eylemlerini ne kadar iyi koordine ettiklerine bağlıdır. Şimdiye kadar en etkili girişimler ister şirket düzeyinde ister ulusal düzeyde olsun, ortaklık (kamu-özel, sektörler arası, çok paydaşlı) ile karakterize edilen girişimler olmuştur. İlerledikçe, bu ortaklıkları ve karşılıklı taahhütleri teşvik etmek, gerçek anlamda sürdürülebilir bir sanayi çağının temel taşı olacaktır. Riskler yüksek, ancak ivme de öyle: Her başarılı pilot proje, uygulanan her politika, yeşil hale getirilen her tedarik zinciri ve tüketicilerin sürdürülebilir bir ürün satın almasıyla, dayanıklı ve yeşil bir ekonomiye doğru bu ortak yolculukta bir adım daha ilerliyoruz.
Günümüz sanayisinde sürdürülebilir ve düşük karbonlu iş uygulamalarına geçiş olan yeşil dönüşüm, tek başına gerçekleşmemektedir. Yeşil dönüşüm, aanayiyi yeniden şekillendiren diğer birçok dönüştürücü dalga ile kesişmektedir: Teknoloji-odaklı dönüşüm (dijitalleşme), insan-odaklı dönüşüm (iş gücü ve toplumsal değişimler), deneyim dönüşümü (deneyim ekonomisi ve değişen tüketici davranışları) ve jeostratejik dönüşüm (küresel jeopolitik ve ekonomik yeniden düzenlemeler). İstanbul Sanayi Odası'nın son ufuk taramasında belirlenen bu beş dönüşüm dalgası, birbiriyle derin bir şekilde ilişkilidir. İşletmeler için bu, sürdürülebilir rekabet avantajı elde etmek için bu dönüşüm eğilimlerini ayrı ayrı değil, birlikte yönetmek gerektiği anlamına gelir. Yeşil dönüşüm, bu değişim ağının merkezinde yer alır ve diğer dört dalgayı etkiler ve onlardan etkilenir.
Şekil 7: Yeşil dönüşümün diğer dört dönüşüm dalgasıyla etkileşimi
Şekil 7’de de görüldüğü gibi her bir dönüşüm dalgası diğerlerini besler ve güçlendirir; dönüşüm dalgaları birlikte yönetildiğinde bir döngü oluşturur. Örneğin, teknolojik inovasyon sürdürülebilirlik çabalarını hızlandırabilirken, sürdürülebilirlik hedefleri yeni teknolojilere olan talebi artırır. İnsan sermayesi ve organizasyonel kültür, dijital ve yeşil girişimlerin başarısını belirler. Deneyim ekonomisinde değişen müşteri tercihleri, şirketleri daha yeşil ürünler ve şeffaf uygulamalar yönünde itmektedir. Bu arada, uluslararası iklim anlaşmalarından tedarik zinciri dinamiklerine kadar jeostratejik güçler, endüstriyel sürdürülebilirliği güçlendirebilecek veya engelleyebilecek dış koşulları belirler. Kısacası, yeşil dönüşüme tam olarak uyum sağlamak, sadece çevresel önlemleri uygulamakla ilgili değildir; tüm bu alanlar arasındaki sinerjileri ortaya çıkarmakla da ilgilidir. Bu bölümde, diğer dört dalganın her birinin yeşil dönüşümle nasıl etkileşime girdiği, hangi kanallardan, doğru kullanıldığında ne gibi faydalar sağladığı ve göz ardı edildiğinde ne gibi riskler doğurduğu incelenmektedir.
3.1. Yeşil ve Teknoloji Odaklı Dönüşüm: İkiz Geçiş
Yeşil ve dijital dönüşümlerin birleşmesi genellikle “ikiz geçiş” olarak adlandırılır ve geleceğe hazır sektörler için kilit bir strateji olarak ortaya çıkmıştır. Teknolojik inovasyon, sürdürülebilirliğin güçlü bir itici gücüdür. Gelişmiş dijital araçlar, veri analitiği ve otomasyon, enerji verimliliğini, kaynak optimizasyonunu ve çevre izlemeyi büyük ölçüde iyileştirebilir. Örneğin, Dünya Ekonomik Forumu, dijital çözümlerin 2030 yılına kadar küresel karbon emisyonlarını yaklaşık %20 azaltabileceğini tahmin etmektedir. Bu azalmalar, akıllı şebekeler, akıllı bina yönetim sistemleri, yapay zekâ (YZ) ile optimize edilmiş endüstriyel süreçler ve fiziksel lojistiğin yerini alan e-ticaret gibi yeniliklerden kaynaklanmaktadır. Temel olarak, dijital dönüşüm endüstriyel faaliyetlerin ekolojik ayak izini ölçmek, analiz etmek ve küçültmek için gerekli araçları sağlar. Enerji kullanımını gerçek zamanlı olarak izleyen IoT sensörlerinden tedarik zincirlerini optimize eden YZ algoritmalarına kadar yeşil teknolojiye yatırım yapan şirketler, maliyetleri ve emisyonları aynı anda azaltarak rekabet gücünü artıran eko-verimlilik kazanımları elde edebilmektedir. Bunun en iyi örneklerinden biri yenilenebilir enerji sektöründendir: Danimarka'nın rüzgâr enerjisi sektörü, gelişmiş veri analitiğini kullanarak rüzgâr modellerini tahmin ediyor ve türbin ayarlarını en yüksek verimlilik için ayarlıyor. Bu sayede, Danimarka'nın elektrik tüketiminin %54'ünü rüzgâr enerjisi karşılıyor (IEA Wind TCP, 2022). Büyük veri ve yeşil enerjinin bu sinerjisi, Danimarka'yı rüzgâr enerjisinde dünya lideri haline getirmiş ve dijital araçların sürdürülebilir sonuçları nasıl güçlendirebileceğini göstermiştir.
Teknoloji yeşil hedefleri desteklediği gibi, yeşil dönüşüm de teknoloji benimsenmesini şekillendirir. Sürdürülebilirlik hedefleri, kurumsal teknoloji gündemlerini daha yeşil BT ve yenilikçi iklim teknolojisi çözümlerine yönlendirmektedir. İşletmeler artık sürdürülebilirlik hedeflerine ulaşmak için dijital teknolojileri kullanmanın yanı sıra dijital altyapılarını yeşilleştirmeye odaklanmaktadır. Örneğin, veri merkezlerini yenilenebilir enerjiye geçirmek, donanım enerji verimliliğini artırmak ve düşük karbonlu yazılım mimarileri geliştirmek gibi. Bu entegre yaklaşım, dijitalleşmenin kendisinin çevre sorunlarını daha da kötüleştirmesini önlüyor. BT sistemlerinin artan elektrik tüketimi ve elektronik cihazlardan kaynaklanan e-atık gibi zorlukları ele alıyor. Önde gelen teknoloji firmaları da bunun farkında: Google ve Microsoft gibi şirketler devasa veri merkezlerini %100 yenilenebilir enerjiyle çalıştırmayı ve döngüsel ekonomi ilkelerine göre teknoloji tasarlamayı taahhüt ederek, ICT sektörünün çevresel sorumluluğu için endüstri standartlarını belirliyor. Sonuç, dijital ve sürdürülebilirlik gündemlerini birleştirerek geleceğe hazır kuruluşlar oluşturmayı amaçlayan ve genellikle ikiz geçiş stratejisi olarak adlandırılan iki yönlü bir uyumdur.
İkili geçişin yönetilmesi sayısız fayda sağlar. Dijital veya yeşil girişimlerin tek başına uygulanmasıyla elde edilemeyen verimlilik artışları ve inovasyon fırsatları ortaya çıkarabilir. Örneğin, imalat sektöründe Endüstri 4.0 teknolojileri, sürdürülebilirlik ölçütlerine göre yönlendirildiğinde atık ve enerji kullanımını önemli ölçüde azaltabilir. Tedarik zincirlerinde ise blok zinciri ve veri platformları, malzemelerin karbon ayak izini takip ederek daha yeşil tedarik kararlarının alınmasını sağlar. Avrupa Yatırım Bankası'nın bir anketine göre, birçok firma, özellikle Avrupa'nın sanayi sektöründe hem ileri dijital teknolojilere hem de iklim eylemine aynı anda yatırım yaparak bu yaklaşımı benimsemeye başlamıştır (Veugelers ve ark., 2023). Ancak anket, her iki alanda da geri kalan ve en son teknoloji dijital araçları kullanmayan ve iklim yatırımları veya planları olmayan şirketlerin önemli bir payını da ortaya koymuştur. Bu geride kalanlar, üretkenlikte geri kalma ve daha yüksek karbon maliyetleriyle karşı karşıya kalma riski taşımaktadır. Bunun anlamı açıktır: Dijitalleşme ve karbonsuzlaşmayı birlikte sürdürmemek, şirketleri rekabet açısından sıkışmış bir duruma düşürebilir. Oysa ikili geçişi gerçekleştiren şirketler daha dayanıklı, yenilikçi ve gelecekteki düzenleyici standartlara daha hazırlıklı olma eğilimindedir. AB'deki politika yapıcılar bu sinerjiyi açıkça teşvik etmektedir ve Avrupa Yeşil Anlaşması ve Dijital Stratejisi, birbirini güçlendirmek üzere tasarlanmış olup, bir araya gelerek pandemi sonrası daha yeşil ve daha dijital bir ekonomiye geçişi desteklemektedir. Bu nedenle şirketler, BT ve sürdürülebilirlik stratejilerini uyumlu hale getirmek için güçlü teşviklere sahiptir. Pratikte bu, akıllı enerji sistemleri gibi projelerde iş birliği yapmak üzere işlevler arası ekipler (BT, operasyon, sürdürülebilirlik sorumluları) kurmak ve sürdürülebilirlik uzmanlığının yanı sıra dijital becerilere yatırım yapmak anlamına gelir. Ayrıca, entegre KPI'larla (örneğin, dijital verimlilik önlemleriyle iyileştirilen birim çıktı başına karbon) başarıyı ölçmek anlamına da gelir.
Özetle, teknoloji odaklı dalga ve yeşil dalga birbiriyle derin bir şekilde bağlantılıdır. Dijital dönüşüm, sürdürülebilirliği sağlamak için kritik öneme sahip araçlar sağlarken, iklim eyleminin aciliyeti de bir sonraki teknolojik inovasyon dalgasını yönlendirmektedir. Bu alandaki sinerji, daha akıllı, daha temiz ve daha rekabetçi endüstriyel operasyonlara yol açarken, ikisini birbirine bağlayamama, fırsatların kaçırılmasına ve verimsiz, yüksek karbonlu sistemlere yol açabilir. Bu ikili geçişi etkili bir şekilde yöneten işletmeler hem hızlı teknolojik değişim hem de sıkı çevresel beklentilerin belirlediği bir gelecekte daha başarılı olma olasılığı daha yüksektir.
3.2. Yeşil ve İnsan Odaklı Dönüşüm: Yeşil Geçişte İnsanlar, Beceriler ve Kültür
Yeşil dönüşüm, teknik bir yolculuk olduğu kadar insani ve örgütsel bir yolculuktur. İnsan odaklı dönüşüm, değişimin iş gücü, yetenek ve sosyal boyutlarına odaklanır ve burada yeşil hedeflerle etkileşim kritik öneme sahiptir. Sanayide sürdürülebilirliği sağlamak için yeni beceriler, zihniyetler ve örgütsel kültürler gereklidir. Şirketler, çalışanlarını çevresel inovasyonu yönlendirmek ve sürdürmek için güçlendirmelidir. Teknoloji yeşil dönüşümün motoru ise, insanlar da bu dönüşümün itici gücüdür. ManpowerGroup’un 2023 anketi, kuruluşların yaklaşık %80'inin ESG stratejileri geliştirdiğini, ancak %94'ünün bu planları uygulamak için gerekli beceri ve yeteneklerden yoksun olduğunu ortaya koydu (Prising, 2024). Bu çarpıcı “yeşil beceri açığı”, önemli bir risk alanını ortaya koymaktadır: İnsan sermayesine yatırım yapılmazsa, iyi finanse edilmiş yeşil projeler bile uygulama zorlukları nedeniyle başarısız olabilir. Bu nedenle, sinerjinin önemli bir kanalı sürdürülebilirlik için işgücünün becerilerinin geliştirilmesi ve yeniden eğitilmesidir. Yenilenebilir enerji teknisyenlerinden karbon muhasebecilerine, tedarik zinciri izlenebilirlik uzmanlarına kadar, sektörler genelinde yeni roller ve yetkinlikler ortaya çıkmaktadır. Gelecek odaklı şirketler, ekiplerinde enerji yönetimi, döngüsel ürün tasarımı ve sürdürülebilir finans gibi alanlarda uzmanlık geliştirmek için eğitim programları başlatmaktadır. Örneğin, daha temiz üretim süreçleri uygulayan üreticiler, mühendisleri ve üretim hattı çalışanlarını yeni ekipman ve standartlar (elektrikli fırınların çalıştırılması veya atık azaltma protokollerinin uygulanması gibi) konusunda yeniden eğitmek zorunda kalmaktadır. Bazı şirketler, çalışanlarına enerji verimliliği yöntemleri ve eko-tasarım konusunda sertifika vermek için şirket içi “yeşil akademiler” kurarak, işgücünün sürdürülebilir teknolojilerden tam olarak yararlanmasını sağlamaktadır.
Teknik becerilerin ötesinde, kurum kültürü ve liderlik yeşil dönüşümde çok önemli bir rol oynamaktadır. Uzun vadeli düşünceyi, paydaş sorumluluğunu ve sürekli iyileştirmeyi önemseyen sürdürülebilirlik odaklı bir kültür, tüm düzeylerdeki çalışanları atık veya emisyonların azaltılmasına yönelik fikirler üretmeye ve çevre programlarında inisiyatif almaya teşvik eder. Birçok önde gelen firma, bu değerleri yerleştirmek ve departmanlar arasında çabaları koordine etmek için bir Sürdürülebilirlik Direktörü (CSO) veya benzer bir görevli atamaktadır. Değişim yönetimi ve çalışanların katılımı çok önemlidir: Çalışanlar, yeni yeşil politikaların ardındaki nedenleri (örneğin, şirketim neden yenilenebilir enerjiye geçiyor veya sıfır atık hedefini benimsiyor) anlamalı ve çözümün bir parçası olabileceklerini görmelidir. Çalışanlar net bir sürdürülebilirlik misyonuyla motive edildiğinde, şirketler genellikle moral ve çalışan bağlılığında artışın yanı sıra daha yeşil sonuçlar elde eder. Tersine, insan faktörü ihmal edilirse, yani çalışanlar kendilerini dışlanmış veya ikna olmamış hissederlerse, yeşil girişimler dirençle karşılaşabilir veya başarısız olabilir. Bu durum, sürdürülebilirlik önlemlerinin çalışma uygulamalarında değişiklikler veya hatta iş dönüşümleri gerektirdiği durumlarda (örneğin, kömür santrali çalışanlarının yenilenebilir enerji sektörüne geçişi) özellikle önemlidir. Yeşil ekonomiye geçişte çalışanlara ve topluluklara desteği vurgulayan bir kavram olan adil geçiş yaklaşımı, bu tür değişiklikleri insani ve etkili bir şekilde yönetmek için hayati önem taşır.
Yeşil ve insani dönüşümler arasındaki etkileşim, daha geniş işgücü piyasasında ve toplumda da kendini gösterir. Sektörler yeşilleşirken ve yeni işlere olan talep artarken, bazı geleneksel işler azalabilir. Umut verici bir şekilde ise yeşil ekonominin önemli istihdam fırsatları vaat etmesidir. Örneğin, hidrojen değer zincirinin 2040 yılına kadar dünya çapında 2 milyon; işletmelerin hızlanan yeşil dönüşüm süreçlerinin ise 2030’da 30 milyona kadar yeni iş yaratması beklenmektedir (Prising, 2024; WEF, 2023). Ancak, bu potansiyeli yakalamak için proaktif işgücü gelişimi gerekmektedir. Gelişmekte olan yeşil sektörler (elektrikli araç üretimi, yenilenebilir enerji bakımı, geri dönüşüm ve yeniden üretim vb.) için eğitim ve mesleki eğitime yatırım yapan ülkeler ve şirketler bu süreçte avantaj elde edecektir. Birçok hükümet halihazırda yeşil beceri girişimlerine fon aktarmaktadır ve işletmeler bu girişimlere ortak olarak kurumsal eğitimlerini ulusal programlarla uyumlu hale getirebilirler. Öte yandan, uygun yeniden beceri kazandırma olmadan, yüksek karbonlu sektörlerdeki çalışanlar işlerini kaybetme riskiyle karşı karşıya kalabilir. Böyle bir sonuç ise sosyal ve siyasi tepkilere yol açabilir. Bu nedenle, insan dönüşümünü yeşil dönüşümle senkronize etmek, aynı zamanda adalet ve kapsayıcılığı sağlamakla da ilgilidir ve böylece sürdürülebilirlik çabaları, karışıklığa neden olmak yerine çalışanlara ve topluluklara fayda sağlar.
Bir diğer önemli kanal, çalışanların sürdürülebilirlik çabalarına katılımı ve katılımıdır. Birçok şirket, karbon ayak izini azaltma veya ürünleri iyileştirme konusunda fikirler toplayarak işgücünü bir inovasyon kaynağı olarak kullanmaktadır. Ön saflarda çalışanlar genellikle verimsizlikler veya iyileştirme fırsatları konusunda pratik bilgilere sahiptir. Onların fikirlerini özgürce ifade etmelerini sağlayan ve çevre dostu girişimleri ödüllendiren bir kültür, önemli iyileştirmeler sağlayabilir. Örneğin, küresel bir lojistik şirketi, kamyon şoförleri ve depo personelini yakıt tasarrufu ve geri dönüşüm önlemleri önermeye teşvik eden bir program uyguladı. Bu program, maliyetleri düşürmekle kalmadı, çalışanların fikirlerinin hayata geçirildiğini görmekle birlikte iş memnuniyetini de artırdı. Bu tür bir katılım, insan gelişimi ile çevresel sonuçlar arasında köprü kurar.
Ayrıca, yetenekli çalışanları çekmek ve elde tutmak, giderek şirketlerin sürdürülebilirlik performansıyla bağlantılı hale geliyor. Günümüzün iş gücü, özellikle de genç profesyoneller, kendi değerleriyle uyumlu kuruluşlarda çalışmak istiyor. ManpowerGroup 2023 anketine katılan çalışanların %62'si işverenlerin çevresel itibarını araştırdıklarını belirtmiş ve yanıt verenlerin üçte biri (18-24 yaş grubunda bu oran neredeyse yarıya çıkmıştır) güçlü bir sürdürülebilirlik taahhüdünün iş seçimlerini etkileyeceğini belirtmiştir. Çalışanlar, iklim eyleminde öncü şirketlerle ilişkili olmaktan gurur duyar ve tersine, sorumsuz olarak görülen şirketlerde bağlılıklarını kaybedebilir. Bu, yeşil dönüşümün, doğru bir şekilde iletildiğinde ve samimi bir şekilde uygulandığında, yetenek kazanımında rekabet avantajı haline gelebileceği anlamına geliyor. Şirket içinde de işlerinin daha büyük bir toplumsal hedefe katkıda bulunduğunu düşünen çalışanlar genellikle daha yüksek motivasyon ve sadakat sergiliyor.
Özetle, insan odaklı dalga, yeşil dalganın vazgeçilmez bir itici gücü. En iyi teknoloji veya en cesur iklim taahhüdü, bunları uygulayacak ve sürdürecek yetenekli insanlar, bunları savunacak vizyoner liderler ve bunları besleyecek destekleyici bir kültür olmadan başarılı olamaz. Yeşil ve insan dönüşümleri birlikte takip edildiğinde, sonuç, sürekli sürdürülebilirlik iyileştirmelerini yönlendiren yetenekli ve uyumlu bir iş gücü ve hem çevresel hem de sosyal açıdan dayanıklı bir işletme olur. Öte yandan, insan faktörünü göz ardı etmek, yetenek sıkıntısına, uygulama hatalarına ve hatta geçişi rayından çıkaran tepkilere yol açabilir. Bu nedenle şirketler, çalışanlarını yeşil dönüşüm yolculuğunda kilit paydaşlar ve değişim ajanları olarak görerek, sürdürülebilirliği insan kaynakları geliştirme planlarına, liderlik eğitimlerine ve organizasyonel DNA'larına dahil etmelidir.
3.3. Yeşil ve Deneyim Dönüşümü: Müşteri Deneyimini Sürdürülebilirlikle Uyumlu Hale Getirmek
İşletmeler, müşteri deneyimi, tüketici davranışları ve ürünlerden bütünsel hizmetlere veya deneyimlere geçişe odaklanan yeşil dönüşüm ile “deneyim” dönüşümü arasında güçlü sinerjiler keşfediyor. Deneyim ekonomisi çağında, tüketiciler sadece işlevsel bir üründen daha fazlasını bekliyorlar ve kendi değerlerini yansıtan, ilgi çekici, amaç odaklı bir ilişki sunan markalara yöneliyorlar. Sürdürülebilirlik, bu değer önerisinin önemli bir parçası haline geldi. Halkın çevre sorunlarına ilişkin farkındalığı arttıkça, müşteri tercihleri de sürdürülebilirlik hususlarından giderek daha fazla etkileniyor. Tüketicilerin büyük çoğunluğu, artık bir ürünün veya markanın çevresel ve sosyal etkisine göre satın alma alışkanlıklarını değiştirdiklerini belirtiyor. Capgemi’nin 2020 araştırmasına göre, tüketicilerin %79'u tercihlerini daha sürdürülebilir ürünlere yöneltti ve bu talebe yanıt veren şirketler bunun faydalarını gördü. Araştırmaya katılan kuruluşların %77'si, sürdürülebilirlik girişimlerinin müşteri sadakatini artırdığını, %63'ü ise gelirlerinde olumlu bir etki gördüğünü belirtti (Capgemini Research Institute, 2020). Bu veriler, yeşil ilkeleri müşteri deneyimine entegre etmenin büyümeyi ve sadakati artırabileceğini gösteren net bir iş örneği sunuyor.
Sürdürülebilirlik müşteri deneyiminde (CX) nasıl ortaya çıkıyor? Bunun bir yolu, ürün ve hizmetlerin tasarımı ve pazarlamasıdır. Tüketiciler, elektrikli araçlar, biyolojik olarak parçalanabilir ambalajlar, organik ve etik kaynaklı gıdalar veya düşük karbonlu seyahat alternatifleri gibi çevre dostu seçenekler arıyor ve bunları sunan şirketleri genellikle ödüllendiriyor. Ancak ürünün ötesinde, önemli olan ürünle ilgili deneyimdir. Bu, sürdürülebilirlik hakkında şeffaf iletişim, müşterilerin yeşil girişimlere katılma fırsatları ve markanın çevresel amaçlarla uyumlu hale getirilmesini içerir. Örneğin, sürdürülebilirliği müşteri deneyiminin her yönüne entegre eden ABD’li bir giyim perakendecisi, tedarik zinciri ve ürünlerinin çevresel ayak izi hakkında şeffaflık sağlamakta, kullanılmış giysileri onarıp yeniden satan popüler bir “worn wear” programı yürütmekte ve hatta müşterileri çevre aktivizmine dahil etmektedir. Sonuç olarak, bu firma olağanüstü bir marka sadakati oluşturmuştur ve müşteriler sadece giysi satın almadıklarını, bir topluluğun ve misyonun parçası olduklarını hissetmektedir. Bu örnek, güçlü bir çevre etiğinin müşterinin markayla olan duygusal bağını güçlendirebileceğini ve bunun da tekrar satın alımlara ve ağızdan ağıza yayılan tavsiyeye dönüşebileceğini göstermektedir.
Deneyim dönüşümünün bir başka yönü de tek seferlik işlemlerden sürekli hizmetlere ve ilişkilere geçiştir. Bu genellikle sürdürülebilirlikle örtüşür. “Ürün-hizmet sistemleri” trendini düşünebiliriz: Şirketler ürün satmaktan, bunları hizmet olarak sunmaya geçiyor (örneğin, araba sahibi olmak yerine mobilite hizmeti veya ampul satmak yerine aydınlatma hizmeti). Bu modeller, paylaşımlı veya hizmet tabanlı kullanımın verimliliği artırıp israfı azaltması sayesinde genel kaynak tüketimini azaltırken, yeni bir müşteri deneyimi (daha fazla kolaylık ve esneklik) sunuyor. Buna bir örnek, bazı pazarlarda mobilya geri alım ve kiralama hizmetlerini denemeye başlayan mobilya devi IKEA'dır. Müşteriler, kullanılmış IKEA mobilyalarını geri satabilir, IKEA bu mobilyaları yenileyip yeniden satabilir veya hatta geçici ihtiyaçlar için mobilya kiralayabilir. Bu, uygun fiyat ve kolaylık sağlayarak müşteri deneyimini geliştirir ve IKEA'nın tamamen döngüsel ve sıfır atık olmayı hedefleyen yeşil dönüşüm hedefini güçlendirir. Bu hizmetlerden yararlanan müşteriler, sürdürülebilirlik çabasının bir parçası olduklarını hissederler ve bu da IKEA markasına olan bağlılıklarını güçlendirir. Benzer şekilde, otomobil şirketleri ve girişimler, kentsel alanlarda elektrikli araçlar için araç paylaşımı ve abonelik modelleri sunarak, sürdürülebilirliği ve erişimi mülkiyete tercih eden genç tüketicilere hitap ediyor. Bu yeni deneyimsel teklifler, şirketleri kalabalık bir pazarda farklılaştırmakla kalmıyor, aynı zamanda kaynak kullanımını optimize ederek ve aşırı üretimi azaltarak yeşil hedefleri de ilerletiyor.
Müşterilerin sürdürülebilirliğe katılımı, deneyim dalgasını yeşil dalgaya bağlayan bir başka kanaldır. Artık birçok işletme, müşterilerini sürdürülebilirlik yolculuklarına katılmaya davet ediyor. Bu, tüketicilerin ambalajları veya ürünleri ödül karşılığında iade edebilecekleri geri dönüşüm programları gibi küçük eylemlerden, müşterilerden sürdürülebilir inovasyon konusunda fikir isteme gibi ortak yaratım girişimlerine kadar uzanabilir. Bazı perakende markaları, satışlarının bir kısmını çevresel amaçlara bağışlayan kampanyalar düzenlemektedir (örneğin, “%1'i Gezegen için” taahhütleri). Bu, müşterilerin satın aldıkları ürünlerin doğrudan olumlu bir etkisi olduğunu hissetmelerini sağlar ve aynı zamanda müşterinin markayla olan duygusal bağını da derinleştirir. Net sonuç, sürdürülebilirliğin sadece bir ek özellik değil, ürünün hikayesinin ve kullanım deneyiminin bir parçası haline gelmesidir.
Risk açısından, deneyim-sürdürülebilirlik bağlantısını göz ardı etmek, daha sürdürülebilirlik odaklı rakiplere pazar payı kaybetmek anlamına gelebilir. Bunu, uyum sağlamayan mevcut oyuncuların (örneğin organik seçenekler sunmayan veya plastik ambalajları azaltmayanlar) sağlık ve sürdürülebilirlik konusunda sadık bir müşteri kitlesi oluşturan yeni markalara pazar payı kaptırdığı gıda ve içecek sektöründe görüyoruz. Buna karşılık, dönüşüm geçirenler ve örneğin bitki bazlı ürün gruplarına yatırım yapan ve geri dönüştürülebilir ambalajlara geçiş yapan firmalar yeni müşteri segmentlerine ulaşıp marka itibarını korudu. Deneyim dönüşümü, markalaşma yoluyla da yeşil hedeflerle kesişmektedir: Güçlü bir sürdürülebilirlik profili, marka değerinin bir bileşeni haline gelmiştir. Markalar artık endeksler ve tüketici uygulamaları tarafından çevresel ve sosyal performanslarına göre derecelendirilmekte ve sıralanmaktadır ve düşük bir derecelendirme, genel müşteri deneyimini olumsuz etkileyebilir. Bu nedenle, üstün bir deneyim sunmak için şirketler, sürdürülebilirliği marka vaatlerinin ve müşteri yolculuğunun merkezine entegre etmelidir. Pratik olarak, bu sinerjiden yararlanmak için şu gibi önlemler alınabilir:
Perakende alanlarının çevre dostu ve bilgilendirici olacak şekilde yeniden tasarlanması (örneğin, mağazalarda yenilenebilir enerji kullanılması, müşterilere ürünlerin kökeni hakkında bilgi verilmesi),
Müşteri ile temas halindeki personelin şirketin sürdürülebilirlik çabalarını iletmek için eğitilmesi,
Sürdürülebilir seçimleri öne çıkarmak için müşteri deneyiminin kişiselleştirilmesi (örneğin, e-ticaret platformlarının alışverişçileri eko-etiketli ürünlere yönlendirmesi veya karbon nötr nakliye seçenekleri sunması).
Tüm bunlar, çevreye duyarlı bir tüketici kitlesi için deneyimin algılanan değerini artırır.
Sonuç olarak, deneyim ekonomisi ve yeşil dönüşüm birbiriyle el ele gider ve sürdürülebilir uygulamalar müşteri deneyimini geliştirir ve müşteri deneyimine odaklanmak, sürdürülebilir uygulamaların benimsenmesini hızlandırabilir. İkisini başarıyla birleştiren şirketler, sürdürülebilirliğin kattığı değer sayesinde kendilerini farklılaştırabildiklerini, daha fazla sadakat kazanabildiklerini ve hatta ürün veya hizmetleri için daha yüksek fiyatlar talep edebildiklerini fark ederler. Tüketicilerin satın aldıkları ve kullandıkları ürünler aracılığıyla değerlerini giderek daha fazla deneyimledikleri bir dünyada, yeşil dönüşüm anlamlı, özgün ve geleceğe dönük deneyimler tasarlamanın temel direği haline gelir.
3.4. Yeşil ve Jeostratejik Dönüşüm: Sürdürülebilirlik için Küresel Manzarada Yol Almak
Yeşil dönüşüm ile jeostratejik dönüşüm arasındaki etkileşim, küresel pazarlar, politikalar ve jeopolitik dinamiklerin büyük sahnesinde gerçekleşir. Jeostratejik faktörler arasında, sektörlerin sınır ötesi faaliyetlerini etkileyen hükümet düzenlemeleri, uluslararası anlaşmalar, ticaret modelleri ve jeopolitik riskler yer almaktadır. Son yıllarda, sürdürülebilirlik dünya çapında stratejik ekonomik rekabet ve iş birliğinin ön saflarına çıkmıştır. İklim değişikliğiyle mücadeleye yönelik küresel ve bölgesel politika değişiklikleri, piyasa koşullarını doğrudan yeniden şekillendirmektedir. Bu durum güçlü bir etkileşim yaratmaktadır: şirketler yeşil stratejilerini değişen jeopolitik bağlamla uyumlu hale getirmeli, ülkeler ise stratejik konumlandırmalarının bir parçası olarak yeşil teknolojiden yararlanmalıdır.
Etkileşimin açık bir kanalı iklim ve çevre düzenlemeleridir. Paris Anlaşması ve ardından gelen ulusal taahhütler, emisyonlar ve kaynak kullanımı konusunda düzenlemelerin sıkılaşacağına işaret etmiştir. Örneğin, Avrupa Birliği, 2050 yılına kadar iklim nötrlüğüne ulaşmayı hedefleyen Avrupa Yeşil Anlaşması ve “Fit for 55” paketi kapsamında kapsamlı politikalar uygulamaktadır. Bunun bir parçası, şirketlerin üretimi yurt dışına taşıyarak karbon maliyetlerinden kaçınmasını önlemek için AB'ye karbon yoğun ithalatlara uygulanan bir gümrük vergisi olan SKDM gibi mekanizmaların getirilmesidir. SKDM ve benzeri politikalar, küresel çapta şirketlerin artık tedarik zincirlerinin karbon ayak izini bir ticaret sorunu olarak görmesi anlamına geliyor. Örneğin, Türkiye veya Hindistan'da Avrupa'ya ihracat yapmak isteyen bir çelik veya çimento üreticisi, rekabet gücünü korumak için yakında karbon maliyetlerini hesaba katmak veya daha temiz süreçlere yatırım yapmak zorunda kalacak. Bu düzenleyici değişiklikleri öngören ve stratejilerine entegre eden şirketler rekabet avantajı elde ederken, bunları göz ardı edenler aniden gümrük vergileriyle karşı karşıya kalabilir, pazar erişimini kaybedebilir veya yüksek emisyonlu varlıklarına mahkûm olabilir. Diğer bir deyişle, yeşil dönüşüm yeni ticaret kuralları altında küresel pazar payını korumak için vazgeçilmez hale geliyor. Proaktif şirketlerin harekete geçtiğini şimdiden görüyoruz: Birçok uluslararası çelik şirketi, özellikle AB ve diğer yeşil odaklı pazarlardaki gelecekteki ithalat gereksinimlerini karşılamak için düşük karbonlu çeliğe yatırım yapıyor.
Bir başka boyut ise ulusal sanayi stratejisi ve yeşil teknolojiye yatırımdır. Büyük ekonomiler, temiz enerji ve sürdürülebilir teknolojiyi liderlik hedefledikleri stratejik sektörler olarak görüyor. Örneğin, ABD 2022'de Enflasyon Azaltma Yasası'nı (IRA) kabul ederek, temiz enerji ve iklimle ilgili yatırımlara 369 milyar dolarlık benzeri görülmemiş bir bütçe ayırdı. Bu yasanın amacı, ABD'nin emisyonlarını azaltmakla kalmayıp, yeşil endüstrilerde yerli üretimi yeniden inşa etmek. Bu jeostratejik bir hamledir: ABD, sübvansiyonlar ve piyasa teşvikleri kullanarak batarya, elektrikli araçlar, yenilenebilir enerji donanımı gibi alanlarda lider konuma gelmeyi ve böylece ithalata (özellikle Çin'den) bağımlılığını azaltmayı ve ihracat kapasitesi yaratmayı hedeflemektedir. AB de benzer şekilde, kurtarma planlarının bir parçası olarak hidrojen, elektrik şebekeleri ve temiz teknoloji inovasyonuna milyarlarca dolar yatırım yapmıştır. Çin ise kritik yeşil teknolojilerin üretiminde hâkim konumdadır. 2022 itibariyle Çin, dünyadaki güneş panellerinin %80'inden fazlasını ve elektrikli araç akülerinin büyük bir kısmını üretmektedir (Zabelin, 2024). Bu hakimiyet, uzun vadeli stratejik yatırımların bir sonucudur ve jeopolitik etkileri vardır: Çin'e yenilenebilir enerji için küresel tedarik zincirlerinde avantaj sağlamaktadır. Avustralya, Şili ve Kanada gibi kaynak zengini ülkeler de bataryalar ve temiz teknolojiler için gerekli olan kritik minerallerin (lityum, nikel, kobalt) talebinden yararlanarak mineral tedarikini stratejik bir varlığa dönüştürmektedir. Şirketler için bu eğilimler, yeşil inovasyon yarışı aynı zamanda pazar konumu ve tedarik güvenliği yarışı anlamına gelmektedir. Jeostratejik trendlere uyum sağlamak, uluslararası girişimlerde ortaklık kurmayı (örneğin, güçlü politika desteğine sahip bir ülkede pil üretimi için bir Gigafactory kurmak üzere ortak bir proje), yenilenebilir enerji veya malzemeler için uzun vadeli sözleşmeler yapmayı veya yeşil altyapı ve teşviklerin mevcudiyetine göre üretim yerlerini seçmeyi içerebilir.
Jeopolitik riskler, yeşil dönüşümü hem engelleyebilir hem de hızlandırabilir. Bir yandan, jeopolitik gerilimler ve çatışmalar enerji ve malzeme tedarik zincirlerini bozabilir. Örneğin, 2022-2023 yıllarında Ukrayna'da yaşanan savaş, fosil yakıt fiyatlarında ani bir artışa neden oldu ve Avrupa'nın Rus doğal gazına bağımlılığı nedeniyle kırılganlığını ortaya çıkardı. Buna yanıt olarak, birçok Avrupa ülkesi enerji güvenliğini artırmak için yenilenebilir enerji planlarını hızlandırdı. Bu, jeopolitik bir krizin yeşil dönüşümü hızlandırdığı bir örnek teşkil ediyor. Öte yandan, nadir toprak elementleri ve lityum gibi kritik mineraller üzerindeki rekabet, ülkeler ihracat kontrollerine başvurursa veya arz artan talebi karşılayamazsa yeşil geçişi yavaşlatabilir. Bu minerallerin üretimi oldukça yoğunlaşmıştır ve bu da arz riskleri yaratmaktadır. İşletmeler, kaynakları çeşitlendirerek, malzemeleri geri dönüştürerek (kentsel madencilik) veya yenilikçi ikame ürünler geliştirerek dayanıklı, sürdürülebilir tedarik zincirleri oluşturarak hazırlık yapmalıdır. Enerji geçişi için kritik mineralleri karşılıklı yarar ve sürdürülebilirlik ilkeleriyle güvence altına almayı amaçlayan yeni ittifaklar (örneğin AB ile Afrika veya Latin Amerika'daki kaynak zengini ülkeler arasında) ortaya çıkmaktadır. Kurumsal açıdan bakıldığında, geri dönüşüm ve malzeme inovasyonuna yatırım yapmak, döngüsel ekonomi hedeflerine katkıda bulunmakla kalmaz, aynı zamanda jeopolitik olayların yol açtığı hammadde kıtlığı veya fiyat dalgalanmalarına karşı da bir tampon görevi görür.
Bir diğer önemli husus ise jeostratejik itibar ve ilişkilerin artık sürdürülebilirlik taahhütleriyle iç içe geçmiş olmasıdır. Örneğin, uluslararası kredi kuruluşları ve yatırımcılar kararlarında bir ülke veya şirketin iklim politikası tutumunu giderek daha fazla dikkate almaktadır ve bu nedenle yeşil diplomasi veya iklim finansmanı gibi terimler popülerlik kazanmaktadır. İklim eyleminde lider konumda olan ülkeler genellikle yumuşak güç kazanır ve yeni ortaklıklar kurar. Şirketler de güçlü sürdürülebilirlik performansının, düzenleyicilerin ve tüketicilerin iklim bilincine sahip olduğu pazarlara girişini kolaylaştırabileceğini fark etmektedir. Buna karşılık, uluslararası standartları karşılamayan şirketler, kazançlı sözleşmelerden mahrum kalabilir.
Özetle, jeostratejik dalga, yeşil dönüşüm için dış oyun alanını belirlemektedir. Bu dalga ile olumlu etkileşimde bulunan şirketler ve ülkeler, politika teşvikleri, finansman fırsatları ve gelişmekte olan yeşil pazarlarda ilk hareket edenin avantajı gibi sinerjileri ortaya çıkarabilirler. Örneğin, Ar-Ge faaliyetlerini hükümetin yeşil teknoloji önceliğine uyumlu hale getiren bir şirket, hibe alabilir veya devlet ihalelerini kazanarak inovasyonunu hızlandırabilir. Ya da yenilenebilir enerji kapasitesini agresif bir şekilde geliştiren bir ülke, düşük karbonlu enerji arayan yatırımcıları çekebilir ki bu eğilim, kurumsal emisyon hedeflerini karşılamak için temiz enerji açısından zengin bölgelerde yeni fabrikalar kuran şirketlerde görülmektedir. Öte yandan, jeostratejik bağlamı göz ardı etmek stratejik kör noktalara yol açabilir. Bu risklerin örnekleri arasında ani uyum maliyetleri, varlık değer düşüşler veya daha iyi hazırlıklı rakiplere karşı küresel pazarda rekabet gücünü kaybetmek sayılabilir.
Başarılı olmak için, iş stratejisi sürdürülebilirliği küresel öngörü ile entegre etmelidir. Bu, sürdürülebilirlik ekiplerinin düzenleyici işler ve risk yönetimi ekipleriyle yakın iş birliği içinde çalışması, farklı jeopolitik sonuçlar için senaryolar planlaması (örneğin, değişen karbon fiyat senaryoları veya kilit pazarlarda elektrikli araçların benimsenme hızındaki farklılıklar) ve çevik stratejiler geliştirmesi anlamına gelir. Ayrıca, politika yapıcılarla proaktif bir şekilde iş birliği yapmak anlamına da gelir. Birçok firma, iyi tasarlanmış düzenlemelerin eşit şartlar yaratabileceğini ve inovasyonu teşvik edebileceğini fark ederek, açık ve adil iklim politikaları savunmak için sektör koalisyonlarına katılmaktadır. Sonuç olarak, yeşil dönüşüm jeostratejik hedefleri güçlendirebilir: İthal fosil yakıtlara bağımlılığın azaltılması, yerli sanayilerin kurulması ve uluslararası iş birliğinin teşvik edilmesi. Ancak jeostratejik hamleler de yeşil dönüşümü güçlendirebilir: Küresel rekabet, temiz teknolojilerin (güneş, rüzgâr, piller) maliyetlerini düşürüyor ve bunların kullanımını benzeri görülmemiş bir hızla yaygınlaştırıyor ve bu da herkesin yararına oluyor. Bu güçlerin kesişmesi, sürdürülebilirliğin sadece çevresel bir zorunluluk değil, 21. yüzyılın ekonomik stratejisinin de temel direği olduğunu gösteriyor.
3.5. Dalgaları Bütünleştirmek: Sinerjik Dönüşüm Stratejileri
Yukarıda ayrıntılı olarak açıklanan çok yönlü etkileşimler göz önüne alındığında, şirketlerin ve ülkelerin tüm dönüşüm dalgalarını uyumlu bir şekilde kullanmak için bütüncül bir strateji benimsemeleri gerektiği açıktır. Sağlıklı bir yeşil dönüşüm süreci, silo halinde yürütülürse durma noktasına gelir. Bunun yerine, sürdürülebilirlik hedeflerini desteklemek için teknoloji, insan, deneyim ve jeostratejik kaldıraçları birlikte harekete geçiren entegre bir dönüşüm stratejisi gereklidir. Pratik olarak bu, çok boyutlu bir zihniyetle büyük girişimler planlamak ve departmanlar ve paydaş grupları arasında çabaları koordine etmek anlamına gelir. Başarılı şirketler genellikle bunu, işlevler arası yönetişim yapıları (örneğin, CIO, CSO, İK direktörü vb. dahil bir dönüşüm yönlendirme komitesi) ve finansal, çevresel ve sosyal performansı kapsayan birleşik hedefler belirleyerek gerçekleştirir. Strateji, aşağıdaki gibi temel soruları yanıtlamalıdır:
Sürdürülebilir etkiyi ve iş değerini en üst düzeye çıkarmak için neye odaklanmalıyız?
Dijital, insan, müşteri ve dış bağlam unsurlarının tümünün yeşil hedeflerimize uygun olmasını nasıl sağlarız?
Farklı dönüşüm girişimleri arasında koordinasyonu nasıl sağlar ve ödün verme veya çatışmaları nasıl önleriz?
Etkili bir araç, birden fazla alandan eylemleri açıkça içeren portföy girişimleri tasarlamaktır. Örneğin, karbon nötr operasyonlar hedefleyen bir şirketi ele alalım. Entegre bir yaklaşım şunları gerektirir:
Temiz enerji teknolojisi ve enerji verimli sistemlere yatırım yapmak (teknoloji odaklı eylemler),
Çalışanları enerji yönetimi konusunda eğitmek ve tasarruf kültürünü teşvik etmek (insan odaklı eylemler),
Karbon nötr taahhüdünü müşterilere iletmek ve belki de düşük karbonlu ürün serileri veya deneyimler sunmak (deneyim ile ilgili eylemler)
Yenilenebilir enerji için hükümet programlarına veya teşviklerine katılmak ve yeni karbon düzenlemelerine uyumu sağlamak (jeostratejik uyum).
Bu bileşenlerin her biri diğerlerini güçlendirir. Buna karşılık, şirket yalnızca bir yönü ele alırsa (örneğin, çalışanların katılımı olmadan veya pazarlama veya politika katılımında bundan yararlanmadan sadece güneş panelleri kurarsa) etki daha sınırlı olacaktır. Bir örnek olması açısından bir üretim tesisinde yerinde güneş enerjisinin benimsenmesi konulu bir proje ele alınabilir. Bu proje kapsamında teknoloji alanında, enerji kullanımını optimize etmek ve güneş enerjisini akıllı bir şekilde operasyonlara entegre etmek için IoT sensörleri ve analitiklerin uygulanması listelenebilir. İnsan alanında, güneş enerjisi ekipmanlarının bakımını yapmak ve güneş enerjisi üretimine göre süreçleri ayarlamak için tesis yöneticileri ve teknisyenlerin becerilerinin geliştirilmesi yer alabilir. Deneyim alanı, çevreye duyarlı müşterilere hitap etmek için ürünleri “%100 yenilenebilir enerjiyle üretilmiştir” şeklinde pazarlamak veya ziyaretçiler ve çalışanların güneş enerjisinin gerçek zamanlı katkısını görebilecekleri bir gösterge paneli oluşturmak gibi faaliyetleri içerebilir. Jeostratejik alan, hükümetin yenilenebilir enerji teşviklerinden veya sübvansiyonlarından yararlanmak ve sabit güneş enerjisi maliyetleri ile fosil yakıt fiyatlarındaki dalgalanmalara karşı korunmak gibi faaliyetleri içerebilir. Bu proje söz konusu tamamlayıcı önlemler olmadan gerçekleştirilseydi, faydası bazı enerji maliyet tasarrufları ve tesis içindeki emisyon azaltımı ile sınırlı kalabilirdi ve bu da değerli ancak mütevazı bir kazanç olurdu. Buna karşılık, sinerji ile güneş enerjisi projesi maksimum etkiyi sağlar: Enerji faturalarında büyük azalma, karbon ayak izinde önemli bir düşüş, bağlı bir iş gücü, daha güçlü bir marka imajı ve enerji piyasasındaki dalgalanmalara karşı daha fazla dayanıklılık. Benzer mantık, diğer türdeki yeşil projeler için de geçerlidir (döngüsel bir ürün serisinin piyasaya sürülmesi, yeşil tedarik zincirinin yeniden yapılandırılması veya işgücüne yeşil beceriler kazandırma programı gibi): Teknoloji, insanlar, müşteri deneyimi ve dış ortaklıklar etrafında harekete geçirildiğinde, her birinin etkisi katlanarak ivme kazanır. Bu nedenle, entegre strateji, birden fazla dönüşümün kesiştiği kilit kaldıraç noktalarına odaklanmalıdır. Ortak odak alanları da şunlardır:
İnovasyon ve Ar-Ge: Teknolojik inovasyonu (Ar-Ge) sürdürülebilirlik zorluklarına yönlendirirken çalışanları (iş birliğine dayalı inovasyon programları aracılığıyla) sürece dahil etmek ve pazar ihtiyaçlarını (müşterilerin istediği yeşil ürünler geliştirmek) dikkate almak. Bu hem iş hem de çevre KPI'ları rehberliğinde, temiz teknoloji alanında start-up'lar veya üniversitelerle açık inovasyon benimsemek anlamına gelebilir.
Değişim yönetimi ve kültür: Sürdürülebilirliği, dijital okuryazarlık ve müşteri odaklı düşünceyle birlikte kurumsal kültüre yerleştirmek. Bu, liderlerin sinerjileri tespit edebilmeleri ve alanlar arası dengeleri yönetebilmeleri için uyarlanabilir ve sistematik düşünmeyi vurgulayan liderlik eğitimi içerebilir. Ayrıca, beş dalganın tümünü kapsayan şirketin geleceğine ilişkin birleşik bir vizyon iletmek anlamına da gelir. Böylece herkes, örneğin şirketin dijital dönüşümünün yeşil hedeflerini nasıl desteklediğini veya yetenek geliştirmenin ürün yenilikçiliği ve küresel trendlere uyum ile nasıl bağlantılı olduğunu anlayabilir.
Yönetişim ve koordinasyon: Bir alandaki çabaların diğer alanlardan bilgi almasını ve diğer alanları güçlendirmesini sağlayan mekanizmalar (departmanlar arası görev güçleri veya entegre raporlama sistemleri gibi) oluşturmak. Örneğin, sürdürülebilirlik ölçütleri dijital projeler için CIO'nun gösterge paneline entegre edilebilir ve tersine, sürdürülebilirlik projelerinde dijital yetkinlikler dikkate alınabilir. Günümüzde birçok şirket, ESG dengeli puan kartları veya çok boyutlu hedefler içeren OKR (Hedefler ve Kilit Sonuçlar) yaklaşımı gibi çerçeveler kullanmaktadır. “Müşteri memnuniyetini artırırken ve karlılığı korurken emisyonları %X oranında azaltmak” gibi bir hedef bu çerçeveye uygundur ve böyle bir hedef, doğası gereği işlevler arası iş birliğini gerektirir.
Dış iş birliği ve politika uyumu: Sağlam bir strateji dışa da bakmalıdır ve etkiyi artırmak için değer zinciri boyunca ortaklıklar kurmayı (sürdürülebilirlik girişimlerinde tedarikçiler ve müşterilerle çalışmak gibi) ve endüstri konsorsiyumları veya kamu sektörü kuruluşlarıyla iş birliği yapmayı içermelidir. Örneğin, bir şirket sürdürülebilir lojistik konusunda bir konsorsiyuma katılarak rakipleriyle ortak standartlar geliştirebilir (deneyim + jeostratejik) veya bir teknoloji sağlayıcıyla ortaklık kurarak yeni bir düşük karbonlu süreç geliştirebilir (teknoloji + yeşil) ve bunu da bir hükümet inovasyon hibesi ile destekleyebilir (jeostratejik). Bu tür ittifaklar, bir şirketin boşlukta dönüşüm geçirmemesini, yeşil dönüşümünü destekleyen ekosistemin bir parçası olmasını sağlar.
Risk yönetimi ve öngörü: Her dalgadan kaynaklanan risk ve fırsatların belirlenmesi stratejik planlamaya entegre edilir. Bu, örneğin, yıkıcı bir teknolojideki hızlı ilerleme, karbon mevzuatında ani bir değişiklik, tüketici duyarlılığında büyük bir değişim veya yetenek kıtlığı gibi senaryoların değerlendirildiği senaryo planlama çalışmaları ve bu farklı gelecek senaryoları altında sağlam stratejiler geliştirilmesini içerebilir. Böylelikle şirketler, reaktif karar almaktan kaçınabilir ve bunun yerine proaktif ve dayanıklı olabilirler. Örneğin, bir şirket mevcut ürün yelpazesinin sürdürülebilir tüketici tercihlerinin yükselişiyle birlikte rağbetini yitirebileceğini öngörürse, rakiplerine karşı rekabet gücünü kaybetmek yerine, daha sürdürülebilir ürünlere (deneyim + yeşil) önceden yönelebilir.
Entegre bir strateji, tutarlılığı sağlama ve çatışmaları önleme zorluğunu da ele almalıdır. Bazen farklı dönüşüm hedefleri birbiriyle çelişkili görünebilir. Klasik bir örnek, dijitalleşme baskısı (maliyetli ve kültürel değişim gerektirebilir) ile karbonsuzlaşma baskısı (sermaye yatırımı ve yeni uzmanlık gerektirebilir) olabilir. Koordinasyon olmadan, bir şirket dijital dönüşümü enerji kullanımını veya emisyonlarını istemeden artıracak şekilde gerçekleştirebilir veya modern teknolojiden yararlanmayan sürdürülebilirlik girişimlerini zorlayabilir. Stratejinin rolü, bunları uyumlu hale getirmektir. Örneğin, dijital dönüşüm planı enerji verimli bulut bilişim ve sürdürülebilirlik analizlerini desteklemek için yapay zekâ kullanımını içerirken, sürdürülebilirlik planı dijital araçların benimsenmesini temel bir taktik olarak içermelidir. Bu uyumu sağlamak genellikle liderlik ve vizyonla ilgilidir: Üst yönetim, tüm bu çabaların ortak bir amaca, yani işletmenin uzun vadeli sürdürülebilirliği ve mükemmelliğine hizmet ettiğini açıkça belirtmelidir. DSM gibi şirketler, stratejilerini “amaç odaklı, performans güdümlü” dönüşüm etrafında açıkça çerçevelendirmiş ve inovasyon (teknoloji), sürdürülebilirlik (yeşil) ve insan gelişimini tek bir anlatı içinde birleştirmiştir. Benzer şekilde, Unilever’in 2010'larda uygulamaya koyduğu Sürdürülebilir Yaşam Planı, sürdürülebilirliği marka geliştirme ve kurumsal stratejiyle entegre eden ilk örneklerden biri olmuştur. Bu plan, ürün yeniliklerine ve güçlü finansal performansa yol açmış, sürdürülebilirlik ekipleri ile marka yöneticileri arasındaki iç siloları yıkarak entegrasyonun hem çevresel hem de ticari kazançlar sağladığını göstermiştir.
Pratik uygulamada, entegre projeleri pilot olarak başlatıp daha sonra ölçeklendirmek yararlı bir yaklaşımdır. Örneğin, tüm dalgaları kapsayan bir dönüşüm uygulamak için bir üretim tesisi veya bir ürün grubu ile başlanabilir: Gelişmiş dijital kontroller getirilebilir, yerel ekipler eğitim ve inovasyon kültürü ile güçlendirilebilir, yeşil bir ürün çeşidi piyasaya sürülebilir ve sürdürülebilirlik hedefleri konusunda yerel topluluk veya hükümetle iş birliği yapılabilir. Bu süreçte sonuçlar ölçülmeli, koordinasyon sorunlarından ders alınmalı ve ardından entegre yaklaşım şirket genelinde yaygınlaştırılmalıdır. Sürekli iyileştirme mekanizmaları oluşturulmalı (çalışanlardan ve müşterilerden geri bildirim alınması, dış gelişmelerin sürekli izlenmesi) ve bu bilgiler strateji güncellemelerine dahil edilmelidir. Bu çeviklik, bir dalga geliştikçe (örneğin yeni bir teknoloji ortaya çıktığında veya yeni bir düzenleme yürürlüğe girdiğinde) stratejinin uyarlanmasını ve diğer alanların da buna göre ayarlanmasını sağlar.
Sonuç olarak, yeşil dönüşümün diğer dönüşüm dalgalarıyla kesiştiği noktayı yönetmek, geleceğe yönelik işletmeler için artık temel bir yetkinliktir. Bu, izole projelere dar bir odaklanmanın ötesine geçerek, sistem düşüncesi perspektifine, yani işletmeyi, birçok cephede uyum içinde gelişmesi gereken karmaşık bir sistem olarak görmeye geçmeyi gerektirir. Bunu başarmanın getirisi büyüktür: Sürdürülebilirlik gündemiyle uyumlu olarak teknoloji, insan, müşteri deneyimi ve stratejik konumlandırmayı uyumlu bir şekilde koordine edebilen kuruluşların sürdürülebilir rekabet avantajı oluşturma olasılığı çok daha yüksektir. Bu kuruluşlar, sadece düzenleyici ve pazar beklentilerini karşılamakla kalmayacak, aynı zamanda bunları şekillendirecek ve iklim değişikliği ile dijital dönüşüm gibi küresel zorlukları inovasyon, büyüme ve liderlik fırsatlarına dönüştürecek. Daha önce de gördüğümüz gibi, her dönüşüm dalgası yeşil geçişi zenginleştirebilir ve bunun tersi de geçerlidir. Bu nedenle, stratejik zorunluluk açıktır: İş dünyası ve toplum için daha yeşil ve daha müreffeh bir gelecek için entegre bir yaklaşımı benimsemek, siloları yıkmak ve tüm dönüşüm alanlarında sinerji yaratmak.
4.1. Yeşil Rekabet Gücünün Kavramı ve Ölçülmesi
Yeşil rekabet gücü, bir ülkenin düşük karbonlu, çevresel olarak sürdürülebilir küresel ekonomide ekonomik olarak gelişme yeteneğini ifade eder. Bir ekonominin, çevresel ayak izi düşük olan veya doğrudan çevresel faydalara katkıda bulunan mal ve hizmetleri ne kadar iyi üretebildiğini ve ihraç edebildiğini yansıtır. Esasen, küresel talebin daha temiz ürünlere ve daha sürdürülebilir uygulamalara doğru kaymasıyla birlikte bir ülkenin sanayi ve ticaret hazırlığını ölçer. Yeşil rekabetçi bir ekonomi, yalnızca kendi karbon emisyonlarını ve kaynak kullanımını kontrol etmekle kalmaz, aynı zamanda dünyanın karbonsuzlaşma ihtiyacını karşılayan sektörler veya firmalar da geliştirir. Buna karşılık, geleneksel “kahverengi” ekonomi, karbon yoğun, kirletici endüstrilere dayanır ve çevre düzenlemelerinin sıkılaşmasıyla rekabet riskleriyle karşı karşıya kalır. Bazı çerçeveler, yeşil büyümenin bir bileşeni olarak okyanus kaynaklarının sürdürülebilir kullanımına (balıkçılık, deniz taşımacılığı ve kıyı turizmi gibi deniz endüstrileri) odaklanan “mavi” ekonomi kavramını da ele almaktadır. Bir bütün olarak, yeşil rekabet gücü, bir ülkenin ne ürettiğini (ihracat yapısı) ve nasıl ürettiğini (verimliliği ve emisyonları) kapsar ve iklim kısıtlamalarının olduğu bir dünyaya uyum sağlama yeteneğini gösterir.
Şekil 7. Yeşil sektörlerin küresel ihracattaki payı (%)
Kaynak: Harvard Üniversitesi Büyüme Laboratuvarı, FutureAlly hesaplamaları.
Yeşil rekabet gücünü ölçmenin bir yolu, Açıklanmış Karşılaştırmalı Avantaj (RCA) ölçütlerini kullanarak bir ülkenin ihracat portföyünü yeşil sektörler açısından incelemektir. Araştırmacılar ve kurumlar, çevresel veya yeşil ürünlerin listelerini derlemiştir. Örneğin, OECD, APEC ve WTO, çevresel malların kategorilerini belirlemiştir. Harvard Üniversitesi Büyüme Laboratuvarı da benzer şekilde, bir dizi ticareti yapılan ürünü yeşil sektörler olarak sınıflandırmaktadır. Harvard Üniversitesi Büyüme Laboratuvarı’nın HS92 sınıflaması 4 basamak kırılımda sunduğu sınıflamaya göre 1243 sektörün 212’si “yeşil” kategorisindedir. Bu sektörlerin dünya toplam mal ihracatındaki payı 1995-2023 döneminde %29,2-31,9 bandında değerler almış olup 2023 itibarıyla söz konusu pay %29,98’dir (Şekil 7). Bu sınıflandırma kullanılarak, bir ülkenin RCA>1 (rekabet avantajı) olan ve yeşil kategoriye giren ihracatının payı (veya ürün sayısı) hesaplanabilir. Bu yeşil RCA endeksi veya “rekabetçi yeşil ihracat payı”, bir ülkenin yeşil endüstrilerdeki varlığının ne kadar çeşitlendirilmiş ve güçlü olduğunun bir göstergesi olarak hizmet etmektedir. Örneğin, ihracat çeşitliliği yüksek bir ülke, rekabetçi ihracatının çoğu geleneksel sektörlerdeyse, yeşil rekabet gücünde düşük puan alabilir. Uygulamada, gelişmiş ekonomiler, gelişmekte olan ekonomilere göre yeşil ürünlerde daha büyük bir RCA oranına sahip olma eğilimindedir. Bu yaklaşım, ülkeleri karşılaştırmaya da olanak tanır. Örneğin, Almanya, Çin ve Japonya'nın 212 yeşil ürün kategorisinin sırasıyla %52,8, %50 ve %46,2’sinde 1’den büyük bir RCA değerine sahip olduğu, oysa Türkiye dahil birçok gelişmekte olan ekonomide bu oranın daha düşük olduğu görülmektedir. Basit sayımların ötesinde, bu yaklaşımın daha sofistike versiyonları arasında, bir ülkenin rekabetçi olarak ihraç ettiği yeşil ürünlerin sayısını saymakla kalmayıp, bunları karmaşıklıklarına (teknolojik gelişmişlik) göre de ağırlıklandıran Yeşil Karmaşıklık Endeksi (GCI) bulunmaktadır. Yüksek bir GCI, bir ülkenin çeşitli karmaşık yeşil ürünler ihraç ettiğini gösterir ve araştırmalar, bunun daha güçlü inovasyon (daha fazla yeşil patent) ve hatta daha sıkı çevre politikalarıyla ilişkili olduğunu ortaya koymuştur. Özetle, yeşil rekabet gücünün RCA temelli göstergeleri, bir ülkenin ihracat gücünün ne kadarının yeşil ekonomiye uygun sektörlerde olduğunu ortaya koymaktadır.
Yeşil rekabet gücünün bir diğer önemli boyutu, üretim ve ticaretin karbon yoğunluğudur. Karbon yoğunluğu ölçütleri, üretim birimi başına sera gazı emisyonlarını (örneğin, GSYH'nin her bir doları veya ihracatın her bir doları başına salınan CO₂ miktarı) ölçer. Daha düşük karbon yoğunluğu, bir ekonominin daha az emisyonla daha verimli mal ürettiği anlamına gelir. Karbon fiyatlandırması, düzenlemeler veya sınır karbon ayarlamaları karbon yoğun ürünleri cezalandırmaya başladıkça bu, çok önemli bir avantajdır. Hükümetler ve uluslararası kuruluşlar, karbonsuzlaşma yolunda kaydedilen ilerlemeyi ölçmek için bu puanları takip eder. Örneğin, OECD ve Karbon Azaltımı Kapsayıcı Forumu, karbon sınır vergileri gibi önlemleri uygulamak için ürün düzeyinde ayrıntılı karbon yoğunluğu verilerinin gerekliliğini vurgulamıştır. Rekabet gücü bağlamında, düşük karbonlu üretim süreçlerine ve enerji karışımlarına sahip ülkeler, maliyet avantajı elde edebilir (karbon vergileri veya tarifelerinden kaçınabilir) ve ithalatçıların sürdürülebilirlik kriterlerini karşılayabilir. Bu nedenle, bir ekonominin ihracatının ortalama karbon yoğunluğu, yeşil rekabet gücünün tersi bir göstergedir ve ne kadar düşükse o kadar iyidir. Örneğin, A ülkesi B ülkesinin yarısı kadar CO₂ ile çelik üretiyorsa, A ülkesinin çelik endüstrisi karbon kısıtlamalı bir pazarda, diğer tüm faktörler sabit kaldığında, daha rekabetçi olacaktır. Makro düzeyde, genellikle karbon verimliliği, yani ton CO₂ başına üretilen GSYH miktarı özet bir ölçü olarak kullanır; karbon verimliliğinin artırılması (emisyon başına daha fazla çıktı), ekonominin yeşilleştiğini gösterir. Çevre düzenleyicileri ve endüstri liderleri, bu ölçütleri inceleyerek, sürdürülebilir rekabet gücü için emisyon verimliliğinin artırılması gereken sektörleri belirler. Kısacası, karbon yoğunluğu puanları, ekonominin üretim tarafının ne kadar yeşil olduğunu gösterir ve hangi yeşil ürünlerin üretildiğini gösteren RCA yaklaşımını tamamlar.
Karbonun ötesinde, daha geniş çevresel verimlilik göstergeleri, ekonomilerin büyürken kaynakları ne kadar etkili kullandığını ve kirleticileri ne kadar etkili yönettiğini ölçer. Örneğin, OECD'nin Yeşil Büyüme çerçevesi, enerji verimliliği, karbon verimliliği ve malzeme verimliliği (tüketilen hammadde birimi başına GSYH) gibi ölçütleri kullanır. Bu göstergelerde yüksek puanlar, bir ülkenin nispeten daha düşük çevresel etkiyle ekonomik çıktı elde ettiğini gösterir ve bu da artan kaynak maliyetleri ve çevresel kısıtlamaların olduğu bir dünyada rekabetçiliğin bir işaretidir. Diğer bir husus ise geleneksel verimlilik ölçütlerini çevresel girdi/çıktıları dikkate alacak şekilde ayarlayan çevresel toplam faktör verimliliğidir. Ticaret rekabetçiliği bağlamında, ihraç mallarındaki gömülü emisyonlar veya kaynak kullanımı incelenebilir. Örneğin, bir ülkenin ihracat sepetinin dolar başına ortalama karbon veya su ayak izi rakip bir ülkenin sepetinden daha düşükse, bu ülke itibar ve düzenleme açısından avantajlara sahip olabilir. Ayrıca, bazı çalışmalar, bugünün inovasyonunun yarının rekabetçi yeşil endüstrilerini mümkün kıldığı mantığıyla, rekabet gücüne inovasyon ölçütlerini (kişi başına yeşil patent sayısı gibi) dahil etmektedir. Tüm bu önlemler, bir ülkenin düşük karbon ekonomisine hazır olup olmadığını farklı açılardan karşılaştırmaya yardımcı olur: RCA tabanlı bir endeks bize “ne kadar yeşil ürün üretiyorsunuz?” sorusunun cevabını verirken, çevresel verimlilik “tüm ürünleri ne kadar yeşil üretiyorsunuz?” sorusunu sorar. Her ikisi de genel yeşil rekabet gücünün ayrılmaz bir parçasıdır.
Geçiş hazırlığını değerlendirmek için endüstrileri renk kodlu kategorilere ayıran yaklaşımlar da bulunmaktadır. Yeşil sektörler genellikle yenilenebilir enerji, enerji verimli makineler, elektrikli araçlar, kirlilik kontrol teknolojisi, geri dönüştürülmüş malzemeler ve çevre iyileştirmeyle açıkça bağlantılı diğer mal ve hizmetleri içerir. Kahverengi sektörler ise kömür enerjisi, petrol ve gaz çıkarma, geleneksel içten yanmalı motorlu otomotiv, eski süreçlerle üretilen çelik ve çimento gibi geleneksel yüksek karbonlu endüstrileri ifade eder ve karbonsuzlaşma sürecinde zorluklarla karşı karşıyadır. Öte yandan, mavi sektörler terimi genellikle sürdürülebilir okyanus ekonomisiyle ilgili endüstriler (sürdürülebilir balıkçılık, deniz yenilenebilir enerji, kıyı turizmi gibi deniz ve kıyı faaliyetleri) için kullanılır. Hem Harvard Üniversitesi Büyüme Laboratuvarı hem de OECD, politika oluşturmada bu sınıflandırmaları kullanmıştır. Örneğin, Harvard’ın ülke profilleri ve yeni Greenplexity aracı, politika yapıcıları, pazar payını kaybedebilecek kahverengi sektörlerin aksine, yeşil sektörlerdeki fırsatları (küresel karbonsuzlaşma için girdi sağlayan) belirlemeye teşvik etmektedir. OECD, Yeşil Büyüme raporlarında, yeşil endüstrilerin büyüme potansiyelini kahverengi endüstrilere yatırım yapmaya devam etmenin riskleriyle karşılaştırmaktadır. Bu renk tipolojisi, yapısal değişimi görselleştirmek için de yararlıdır. Amaç, uzun vadeli rekabet gücünü artırmak için kaynakları kahverengiden yeşile (ve ilgili durumlarda maviye) kaydırmaktır. Uygulamada, Almanya veya Güney Kore gibi ülkeler, yeşil sektörleri (yenilenebilir enerji, elektrikli mobilite vb.) büyütmek için proaktif stratejilere sahip olarak sıklıkla örnek gösterilirken, yeşil rekabet gücünde geride kalan ülkeler hala kahverengi sektörlere büyük ölçüde bağımlı olabilir ve yeşil yarışta (yani temiz ekonomi liderliği için küresel rekabette) geride kalma riskiyle karşı karşıya olabilir. Özetle, RCA tabanlı yeşil ihracat endeksleri, karbon ve kaynak yoğunluğu ölçütleri ve sektör tipolojilerinin birleşimi, yeşil rekabet gücünün çok boyutlu bir değerlendirmesini sağlayarak, ülkelerin kendilerini karşılaştırmalı olarak değerlendirmelerine ve düşük karbonlu küresel ekonomide rekabet gücünü artırmak için politika çabalarının odaklanılması gereken alanları belirlemelerine olanak tanır.
4.2. Türkiye'nin Yeşil Rekabet Gücü Performansı
Türkiye 1990’lardan beri ihracat çeşitliliğini artırma eğiliminde olan ve bu alanda en önde gelen ülkelerden biridir. Çeşitlilik ve rekabetçiliği bir arada değerlendiren “rekabetçi çeşitlilik” değişkeni ülkenin RCA değeri birden büyük olan sektör/ürün sayısını temsil etmektedir. Türkiye 1995’te 1243 sektörün 264’ünde rekabetçi iken bu sayı 2022’de 449’a kadar yükselmiş ve 2023’te 440 değerini almıştır. Veri dönemindeki son 20 yıla (2003 ve 2023) bakıldığında Gambiya ve Özbekistan’dan sonra ihracat çeşitliliğini en çok artıran ülkenin Türkiye olduğu görülmektedir. 4-basamak kırılımda yapılan hesaplamaya göre 2023 itibarıyla Türkiye rekabetçi çeşitliliği en yüksek altıncı ülke konumundadır. Bu durum, genel olarak esnek ve çeşitlendirilmiş bir sanayi tabanına işaret etmektedir. Ancak, yeşil sektörlere odaklandığımızda Türkiye'nin performansı daha zayıftır. Türkiye aynı dönemde rekabetçi olduğu yeşil sektör sayısını da 30 artırmış olmasına rağmen 2023 itibarıyla 212 yeşil sektörün %34,9’unda rekabetçidir (Şekil 8). Buna karşılık, Almanya, Çin ve Japonya gibi önde gelen ekonomiler yeşil sektörlerin %46-53 kadarında rekabet gücüne sahiptir. Bu durum, ülkeler arasında önemli bir “yeşil uçurum” olduğunu göstermektedir: Türkiye'nin geniş ihracat sepetine rağmen, çevre ile ilgili sektörlerin sadece yaklaşık üçte biri şu anda Türkiye'nin güçlü olduğu alanlardır. Diğer bir deyişle Türkiye'nin ihracat başarısı, yeşil ekonomide büyümeye hazır birçok sektöre henüz tam olarak yayılmamıştır.
Şekil 8. Türkiye’nin rekabetçi olduğu (RCA>1) sektör* sayısı
Kaynak: Harvard Üniversitesi Büyüme Laboratuvarı, FutureAlly hesaplamaları. *Analizde kullanılan veri HS92 sınıflaması 4 basamak kırılımda olup, 1243 sektörü kapsamaktadır.
Yukarıdaki rakamlar, Almanya ve Çin gibi ülkelerin hem yüksek çeşitlilik hem de yeşil ihracatın yüksek payını elde ettiklerini, çok çeşitli yeşil teknolojiler ve ürünlerde rekabet gücü kazandıklarını göstermektedir. Türkiye ise uyumsuzluk sergilemektedir: Genel ihracat kapasitesi güçlü olmakla birlikte, yeşil endüstrilerde özellikle düşük performans göstermektedir. Bu fark, Türkiye'nin ek yeşil sektörlerde rekabet gücü geliştirerek öncü ülkelere yakınsama fırsatı olduğunu göstermektedir. Uluslararası karşılaştırmalar bu zorluğu vurgulamaktadır. Örneğin, Yeşil Karmaşıklık Endeksi analizine göre, Türkiye mevcut yeşil ihracat kapasitesi açısından 2023 verilerine göre 210 ülkelik küresel sıralamada 26. sırada yer alırken, Almanya, İtalya, Çin, Çekya ve Avusturya listenin ilk beş sırasında yer almaktadır. Ancak Türkiye, potansiyel açısından altıncı sırada yer almaktadır ve bu da ülkenin hedefli çabalarla yeşil rekabet gücünü nispeten hızlı bir şekilde artırabileceğini göstermektedir.
Türkiye'nin büyüme eğilimleri açısından ihracat profiline bakmak da bilgilendirici olacaktır. Türkiye'nin ihracatının önemli bir kısmı tarihsel olarak, küresel düzeyde ortalamanın altında büyüyen veya hatta durgunlaşan sektörlerde yer almaktadır. Türkiye'nin geleneksel olarak güçlü olduğu birçok ihracat kalemi (örneğin, bazı tekstil ürünleri, temel metaller vb.) nispeten yatay bir küresel taleple karşı karşıyadır. Buna karşılık, küresel olarak birçok yeşil sektör daha yüksek büyüme göstermiştir. Harvard Üniversitesi Büyüme Laboratuvarı verilerine göre, 2013-2021 yılları arasında yeşil ürünlerin küresel ticareti yıllık yaklaşık %3,2 oranında büyümüş ve aynı dönemde diğer (yeşil olmayan) ürünlerin yıllık %1,6'lık büyümesini geride bırakmıştır. Bu eğilim, yeşil ürünlerde rekabetçi olan ülkelerin yükselen pazarları ele geçirdiğini göstermektedir. Türkiye'nin yeşil sektörlerdeki geriliği, bu nedenle, yüksek çeşitliliğe rağmen küresel ihracattaki toplam payının mütevazı kalmasının nedenini kısmen açıklayabilir. Nitekim, 2023 ticaret verileri, Türkiye'nin henüz rekabetçi olmadığı yeşil ürünlerin dünya ithalat talebinin yaklaşık %19'unu oluştururken, Türkiye'nin rekabetçi olduğu yeşil ürünlerin dünya talebinin sadece %11'ini oluşturduğunu göstermektedir (Tablo 3). Bu durum, Türkiye'nin şu anda büyük ve büyüyen pazarları kaçırdığını ima etmektedir. Aynı eğilim, yeşil olmayan sektörler için de geçerlidir. Basitçe ifade etmek gerekirse, Türkiye'nin ihracat motoru düşük büyüme gösteren pazarlarda çalışmakta ve küresel pazar payındaki kazanımları sınırlamaktadır.
Tablo 3. Sektörlerin yeşil statüsüne ve Türkiye’nin rekabetçilik durumuna göre ihracatın dağılımı (2023)
Kaynak: Harvard Üniversitesi Büyüme Laboratuvarı, FutureAlly hesaplamaları.
Yeşil rekabet gücü açığının kapatılması, Türkiye için önemli ihracat kazançları sağlayabilir. Karşılaştırmalı performansa dayalı tahminler, Türkiye'nin yeşil sektörlerdeki ihracat rekabet gücünü genel ihracat gücüne uygun bir düzeye çıkarması halinde, bunun getirisinin büyük olacağını göstermektedir. Bir politika simülasyonu, Türkiye'nin şu anda rekabetçi olmayan yeşil sektörlerdeki varlığını sadece ortalama küresel pazar payına çıkarması halinde, yıllık ihracatına 33 milyar dolar ekleyeceğini ortaya koymaktadır. Zaten güçlü olduğu sektörlerdeki rekabet gücüne ulaşması halinde, kazanç 80 milyar doların üzerine çıkabilir. 2023 verilerine dayanarak hesaplanan bu miktarlar, mevcut durumun getirdiği kazanç fırsatının altını çizmektedir. Esasen, yeşil ekonomiye daha hızlı uyum sağlamak, yani daha yeşil sektörlerde kapasite geliştirmek, çevresel ve enerji güvenliği faydalarının yanı sıra Türkiye'nin ihracat gelirlerini de önemli ölçüde artırabilir. Bu tür analizler, yeşil sanayi politikasının ekonomik gerekçesini güçlendirmektedir: Küresel düşük karbon trendlerine uyum sağlamak, sadece uyum veya sürdürülebilirlikle ilgili değil, aynı zamanda talep odaklı büyümeyi yakalamakla da ilgilidir.
Türkiye'nin telafi etmesi gereken bir mesafe olsa da yeşil rekabet gücü konusunda karşı karşıya olduğu zorlukları tek başına yaşamıyor. Birçok gelişmekte olan ülke, kahverengi veya düşük teknolojili sektörlerde yoğunlaşmış durumda ve değer zincirinde yeşil teknolojiye tırmanmak için çaba gösteriyor. Türkiye'yi ayıran özellik, çeşitlendirme konusunda güçlü kapasitesi, yani zaman içinde yeni ürünlere girme konusunda kanıtlanmış yeteneğidir. Bu da yeşil sektörlere geçiş için umut vericidir. Nitekim, ülkelerin Yeşil Karmaşıklık Potansiyeli analizi, Türkiye'yi yeşil ihracatta mevcut başarısından önemli ölçüde daha yüksek potansiyele sahip ülkelerden biri olarak belirlemiştir. Çin ve Hindistan gibi ülkeler de önceki yıllarda benzer bir durumdaydı: Ortak çabalar gösterildikten sonra yeşil ihracatlarını hızla artırdılar (örneğin Çin güneş panelleri ve pillerde, Hindistan rüzgâr türbinleri ve yenilenebilir bileşenlerde). Diğer taraftan, bazı göstergelerde Türkiye halihazırda iyi bir performans sergiliyor. Örneğin, Türkiye OECD ülkeleri arasında çevre vergilendirme oranı (GSYH'nin yüzdesi olarak) yüksek ve bu da daha temiz üretimi teşvik etmek için ekonomik sinyallerin mevcut olduğunu gösteriyor (OECD, 2019). Türkiye ayrıca bazı çevresel etkileri büyümeden ayırmış, GSYH'sinin karbon yoğunluğu yaklaşık olarak sabit kalmış veya hafifçe iyileşmiştir. Ancak OECD'nin en iyi performans gösteren ülkeleriyle aynı hızda ilerlememektedir. Yale Çevresel Performans Endeksi ve diğer uluslararası karşılaştırmalı değerlendirmeler, Türkiye'nin güçlü politika çerçevelerine rağmen emisyon eğilimleri gibi alanlarda karışık sonuçlar elde ettiğini ve orta sıralarda yer aldığını göstermektedir.
Özetle, Türkiye'nin yeşil rekabet gücü performansı, zıtlıklarla karakterize edilmektedir: Geniş kapasiteli bir sanayi tabanı vardır ancak henüz küresel ticaretin hızlı büyüyen yeşil segmentlerine tam olarak yönelmemiştir. Ülkenin ihracat çeşitliliği, yeni yeşil endüstriler geliştirmek için bir platform sağlayan bir varlıktır, ancak mevcut veriler, bu çeşitlilikteki ihracat sepetinin sadece yaklaşık üçte birinin yeşil sektörlerde olduğunu göstermektedir. Türkiye, uluslararası emsallerinden ders alarak ve çeşitlendirme kapasitesini kullanarak konumunu iyileştirebilir. Bir sonraki bölümde, Türkiye için en stratejik vaatleri sunan yeşil sektörlerin, yani rekabet gücü açığını kapatacak adayların hangileri olduğu incelenmektedir.
4.3. Türkiye için Stratejik Yeşil Sektörlerin Belirlenmesi
Türkiye'nin stratejik olarak en çok hangi yeşil endüstrileri geliştirebileceğini belirlemek için, ekonomik karmaşıklık ve yakınlık ölçütleri kullanılarak ayrıntılı bir analiz yapılmıştır. Metodoloji, bir ülkenin “komşu olası” ürünlerini belirlemek için Harvard Üniversitesi Büyüme Laboratuvarı tekniklerine dayanmaktadır. Türkiye'nin henüz rekabetçi bir şekilde ihraç etmediği, ancak sıçrama potansiyelinin yüksek olduğu yeşil ürünlere odaklanılmıştır. Her bir potansiyel sektör için üç temel faktör dikkate alınmıştır:
Ürün Karmaşıklık Endeksi (PCI): ürünün sofistikasyon düzeyinin veya bilgi yoğunluğunun bir ölçüsüdür. PCI'nın yüksek olması, genellikle az sayıda ülkenin üretebileceği ve genellikle daha yüksek katma değer sağlayan bir ürünü ifade eder.
Karmaşıklık Beklentisi Kazancı (COG): Esasen, o üründe rekabet gücü kazanmanın potansiyel yayılma faydasıdır ve ürünün diğer yüksek değerli endüstrilerle nasıl bağlantılı olduğunu yansıtır. Daha basit bir ifadeyle, COG, bir üründe uzmanlaşmanın diğer birçok ürüne kapı açıp açmadığını ölçer.
Mesafe (yakınlık): Yeni ürünün Türkiye'nin mevcut ihracat kapasitesine ne kadar yakın olduğunun bir ölçüsüdür. Türkiye halihazırda benzer ürünler üretiyorsa (gerekli know-how veya tedarik zinciri açısından) mesafe kısadır, yani o ürüne sıçramak daha kolaydır. Tersine, mesafenin uzun olması, ürünün Türkiye'nin şu anda sahip olmadığı kapasiteleri/yetkinlikleri gerektireceği anlamına gelir.
Bu üç değişken kullanılarak, ölçütler (z-skorları) standartlaştırıldıktan sonra her bir aday yeşil sektör için bir endeks puanı hesaplandı. Üç faktörün ağırlığı, Harvard Büyüme Laboratuvarı’nın çeşitlendirme stratejisi çerçevesinden esinlenen bir metodolojiye göre üç senaryo altında değiştirildi:
Kolay Geçiş Senaryosu: Yakınlığı vurgular, mesafeye %60 ağırlık, COG'ye (bağlantılılık) %25 ve PCI'ya (karmaşıklık) %15 ağırlık verir. Bu senaryo, Türkiye'nin halihazırda ürettiği ürünlerle uyumlu olduğu için nispeten az çabayla girebileceği “kolay kazanç” olan yeşil ürünleri öne çıkarır.
Dengeli Senaryo: Kolay kazançlara öncelik vermeye devam eden, ancak karmaşıklığa biraz daha fazla önem veren daha dengeli bir yaklaşım. Bu durumda, yakınlık %60, karmaşıklık ve bağlantılılık ise %20 ağırlıktadır. Bu, orta derecede uygulanabilir ve orta derecede sofistike sektörlerden oluşan bir orta yol listesi ortaya çıkarır.
Uzun Vadeli (Yüksek Hedefli) Senaryo: Ağırlık karmaşıklık ve bağlantılılık yönünde kaydırılırken, yakınlık ağırlığı azaltılır: %40 yakınlık, %35 COG, %25 PCI. Bu senaryo, girmesi daha zor (mevcut yeteneklerden daha uzak) ancak uzun vadede yüksek değer ve yan etkiler sunan sektörleri ortaya çıkarır ve esasen, gelecek için stratejik bahisleri öne çıkarır.
Türkiye’nin 2023 yılında RCA değeri 0,75’ten küçük olan ve üç senaryoya göre endeks skoru sıralamasında ilk 10 arasında yer alan yeşil ürünler Tablo 4’te sunulmuştur. Görüleceği üzere 8 sektör her üç senaryoda da ilk on arasında yer almıştır. Bu sekiz sektör arasında küresel pazar büyüklüğü ve pazarın büyüme hızı açısından öne çıkan üçün ise “plastikten diğer eşya”, “elektrik motorları, jeneratörleri” ve “hava-vakum pompası, hava/gaz kompresörü, vantilatör, aspiratör” sektörleridir.
Tablo 4: Üç senaryo altında Türkiye için yeşil atılım potansiyeli en yüksek 10 sektör
Kaynak: Harvard Üniversitesi Büyüme Laboratuvarı, FutureAlly hesaplamaları. Not: Kolay sıçrama senaryosu sonuçlarında italik ile vurgulanan sektörler üç senaryoda da ilk on sektör arasında yer alanlardır.
Tablo 4’te öne çıkan sekiz sektör, Türkiye için bir tür “yeşil fırsat portföyü” oluşturmaktadır: politika kolay kazançlara mı yoksa uzun vadeli yatırımlara mı öncelik veriyor olursa olsun, bu sektörler her zaman tavsiye edilmektedir. Her birinde Türkiye'nin RCA'sını artırmak için yatırım teşviki, teknoloji edinimi veya beceri eğitimi gibi stratejik odaklanma gerektirmektedir. Cesaret verici bir şekilde, bunların çoğu Türkiye'nin halihazırda faaliyet gösterdiği sektörlerle (makine, otomotiv tedarik zinciri, elektrikli ekipman, kimyasallar, tekstil) uyumludur. Bu, Türkiye'nin mevcut firmaları ve işgücü becerilerini kullanarak bu alanlara nispeten hızlı bir şekilde geçiş yapabileceği anlamına gelir ve bu da uygulama açısından bir avantajdır.
Bu stratejik yeşil sektörlerin belirlenmesi, yeşil dönüşüm bağlamında Türkiye'nin sanayi politikası ve iş yatırımları için bir yol haritası sunmaktadır. Türkiye bu analizi şu amaçlarla kullanabilir:
Kaynakları ve teşvikleri sekiz öncelikli sektöre (ve yakından ilgili faaliyetlere) tahsis etmek. Örneğin, elektrikli makineler, verimli cihaz bileşenleri, ileri plastikler vb. alanlarda faaliyet gösteren firmalara Ar-Ge desteği, vergi indirimleri veya yeşil finansman sağlamak.
Bu alanlarda teknoloji transferini ve doğrudan yabancı yatırımları kolaylaştırmak. Elektrik motorları ve kompresörlerin fırsat alanları olduğunu bilen Türkiye, bu alanlarda önde gelen şirketlerden doğrudan yabancı yatırım çekebilir veya ortak girişimleri teşvik ederek know-how edinilmesini sağlayabilir.
Bu sektörlerin işgücü ihtiyaçlarına (örneğin elektrik mühendisleri, yeni malzemeler için kimya teknisyenleri, rulmanlar için hassas imalat) yönelik beceri geliştirme ve eğitim programları.
İhracatın teşvikini artırmak için Türkiye'yi bu yeşil sektörlerde büyüyen bir tedarikçi olarak pazarlamak ve mümkünse ticaret anlaşmalarından yararlanarak bu ürünler için daha iyi pazar erişimi sağlamak.
Türkiye'nin bu sektörlerde zaman içinde gelişip gelişmediğini izlemek için ölçütler (RCA ilerlemesi, ihracat değerleri ve endeks puanları gibi) kullanmak ve politikaları buna göre yeniden ayarlamak.
Analiz ayrıca, Türkiye'nin mevcut güçlü yönlerinin (otomotiv, beyaz eşya, temel kimyasallar, tekstil gibi) yeşillendirilebileceğini veya daha karmaşık, yüksek büyüme potansiyeline sahip niş pazarlara yönlendirilebileceğini ima etmektedir. Bu, küresel trendlerle de uyumludur: Büyük otomotiv şirketleri elektrikli güç aktarma sistemlerine (motorlar, batarya sistemleri) yönelmekte, petrokimya şirketleri biyo-bazlı veya geri dönüştürülmüş plastikler araştırmakta ve tekstil üreticileri endüstriyel ve çevresel kullanımlar için teknik kumaşlar geliştirmektedir. Türkiye'nin görevi, bu yapısal dönüşümü hızlandırmaktır. Böylelikle Türkiye, ihracat gelirlerini artırmanın yanı sıra, gelecekteki karbon maliyetlerine veya çevre düzenlemelerine karşı dayanıklılığını da artıracak ve endüstriyel tabanını kahverengi ekonominin risklerine karşı etkili bir şekilde koruyacaktır.
Sonuç olarak, Türkiye'nin yeşil rekabet gücündeki konumu, yüksek potansiyelli geç hareket eden bir ülke konumundadır. Ülke, geniş bir endüstriyel çeşitlilik elde etmiş ve şimdi bu çeşitliliği, önümüzdeki on yıllarda büyüme vaat eden yeşil sektörlere yönlendirme fırsatına sahiptir. RCA temelli rekabet gücü eksikliklerinden belirli atlama potansiyeli olan sektörlere kadar tartışılan çerçeveler ve bulgular, somut bir rehberlik sağlamaktadır. Yeşil dalgayı başarıyla yakalayan ülkeler, kendi nişlerini belirleyen ve kararlı adımlar atan ülkeler olacaktır. Veriler, Türkiye'nin hem yakınlığı hem de potansiyeli olan plastik, elektrikli makineler ve temiz teknoloji bileşenleri gibi sektörlerde harekete geçmesi halinde bu ülkelerden biri olabileceğini göstermektedir. Küresel karbonsuzlaşma hızlandıkça, Türkiye'nin yeşil endüstrilerde rekabet etme kabiliyeti, genel rekabet gücü ile eşanlamlı hale gelecektir. Bu raporun sonraki bölümlerinde, Türkiye'nin bu içgörüleri nasıl uygulayabileceği ve yeşil rekabet gücünü daha da artırmak için kullanabileceği politika araçları ele alınacaktır.
5.1. Giriş ve Değer Zinciri Çerçevesi
Sürdürülebilirlik liderleri, çevresel dönüşümün ilk tasarımdan ürünün ömrünün sonuna kadar tüm değer zincirini kapsaması gerektiğini giderek daha fazla kabul etmektedir. Tek bir segmente (örneğin fabrika emisyonları veya ambalajlama) odaklanmak, etkileri gerçekten azaltmak yerine başka yerlere kaydırma riskini doğurur. Aslında, bir şirketin değer zinciri (Kapsam 3) emisyonları genellikle karbon ayak izinin çoğunu oluşturur. Bu dolaylı etkiler, şirketler tedarikçiler ve müşterilerle iş birliği yaparak her alanda yenilik yaparsa, iyileştirme için en büyük fırsatları da sunar. Başka bir deyişle, tüm ürün yaşam döngülerini önceden tasarlayan ve atık veya toksisite içermeyen yenilenebilir döngüsel malzeme akışlarını hedefleyen bütünsel bir sistem yaklaşımı gereklidir. Sürdürülebilirliği zincirin her halkasına dahil ederek ve tüm aktörleri uyumlu hale getirerek, işletmeler sorunları basitçe aşağıya aktarmak yerine, sinerjik, uçtan uca yeşil inovasyon elde edebilirler.
Bu çerçevede düşünülebilecek yeşil dönüşüm odaklı bir sanayi sektörü değer zincirinde “tasarım ve malzemeler”, ön ürün geliştirme ve tedarik kararlarını ifade eder; “üretim”, imalat ve operasyonları kapsar; “lojistik”, dağıtım ve tedarik zinciri taşımacılığını içerir; “pazarlama ve satış”, müşteriye yönelik faaliyetleri ve değer önerilerini içerir; “satış sonrası ve döngüsellik” ise ürün kullanımı, hizmet, ömür sonu geri kazanımı ve döngüsel iş modellerini ele alır. Bu faaliyetlerin oluşturduğu zincirin üzerinde yer alan “dijital ve finansal kolaylaştırıcılar” ise tam zincirli yeşil dönüşümü mümkün kılan bağlantı dokusunu oluşturur. Bu unsurlar birlikte, şirketler için bir yeşil eylem haritası oluşturur: Değer yaratmanın her aşamasına sürdürülebilirliği yerleştirmeye yönelik bir kılavuz, kesitsel dijital araçlar ve finansal destekle mümkün kılınır. Bu bölümde, değer zincirinin her aşaması sırayla incelendikten sonra, bunların bütünsel bir stratejinin parçası olarak birbirleriyle nasıl bağlantılı olduğunu ve birbirini nasıl güçlendirdiği tartışılmaktadır.
5.2. Tasarım ve Malzemeler
İlk aşama olan “tasarım ve malzemeler”, sürdürülebilirliğin bir ürünün DNA'sına yerleştirildiği aşamadır. Tasarım ve tedarik aşamalarında alınan kararlar, ürünün yaşam döngüsü boyunca çevresel etki üzerinde zincirleme etkilere sahiptir. Sürdürülebilir ürün tasarım ilkelerinin benimsenmesi, bir ürünün minimum ayak izi ve maksimum ömür göz önünde bulundurularak tasarlanmasını sağlar. Bu aşamadaki temel yaklaşımlar şunlardır:
Eko-tasarım ve yaşam döngüsü yaklaşımı: Mühendisler, çevre kriterlerini ürün inovasyonuna en başından itibaren entegre eden eko-tasarım stratejileri uygular. Bu, Ar-Ge sırasında bir ürünün tüm yaşam döngüsünü dikkate almak, malzeme, bileşen ve form faktörü seçimlerinin üretimden kullanıma ve ömür sonuna kadar olan etkilerini değerlendirmek anlamına gelir. Yaşam Döngüsü Değerlendirmesi (LCA) gibi araçlar, tasarım seçeneklerini karşılaştırmak ve genel etkisi en düşük olanları seçmek için tasarımın ilk aşamalarında kullanılır. Ürünün tüm yaşam döngüsünü önceden tasarlayarak, şirketler israflı veya zararlı unsurları ortadan kaldırabilir. Örneğin, bir cihaz üreticisi, tasarım aşamasında karmaşıklık yaratacak olsa bile, bir cihazı kullanım sırasında daha az enerji tüketecek ve geri dönüşüm için daha kolay sökülebilecek şekilde yeniden tasarlayabilir.
Modülerlik ve onarım odaklı tasarım: Modülerlik ve kolay sökülme için tasarım, sürdürülebilir tasarımın temel taktiklerinden biridir. Bileşen düzeyinde ürün modülerliği, ürünlerin kolayca güncellenmesini, onarılmasını veya geri dönüştürülmesini sağlar, böylece ürün ömrü uzar ve atık azalır. Örneğin, modüler bir akıllı telefon veya endüstriyel makinenin önemli parçaları (pil, motor vb.) tüm ürün atılmadan değiştirilebilir veya yükseltilebilir. Bu, atıkları azaltmakla kalmaz, aynı zamanda zaman içinde daha verimli bileşenlere yükseltme imkânı da sağlar. Önde gelen şirketler, vidaları standartlaştırarak, onarım kılavuzları sağlayarak ve parça değiştirmeyi engelleyen sızdırmaz veya yapıştırılmış montajlardan kaçınarak “onarım için tasarım” yaklaşımını benimsiyor.
Demateryalizasyon ve verimlilik: Demateryalizasyon, belirli bir işlevi daha az malzeme veya enerji ile gerçekleştirme anlamına gelir. Tasarımcılar, kaliteden ödün vermeden fazla ağırlık ve hacmi ortadan kaldırmak için her malzemeyi ve parçayı titizlikle inceler. Bu, minyatürleştirme, ağır malzemelerin daha hafif olanlarla değiştirilmesi veya birden fazla fonksiyonun tek bir akıllı bileşende birleştirilmesini içerebilir. Demateryalizasyon, hammadde kullanımını ve bu malzemelerin çıkarılması ve işlenmesinden kaynaklanan etkileri azaltmakla kalmaz, aynı zamanda üretim ve kullanımda enerji verimliliğini de artırır. Ürün tasarımının demateryalizasyonu döngüsel malzeme akışları için tasarımla birlikte sürdürülebilirliğin temel kaldıraçlarından biri olarak da vurgulanmaktadır. Buna bir örnek, fiziksel CD'lerde (plastik, ambalaj, nakliye) müzik satışı yerine dijital akışa geçilmesi ve böylece aynı müzik hizmeti için malzeme girdisinin radikal bir şekilde azaltılmasıdır.
Sorumlu malzeme tedariki: Sürdürülebilir tasarım, çizim tahtasının ötesine geçerek malzeme seçimi ve tedarikine kadar uzanır. Şirketler, tedarik zincirinin başındaki etkileri azaltmak için geri dönüştürülmüş, biyo-bazlı ve etik kaynaklı malzemeleri önceliklendiriyor. Yeni ürünlerde geri dönüştürülmüş metal, plastik veya cam kullanmak, yeni malzeme üretimini önleyerek enerji ve emisyonları azaltır. Benzer şekilde, yenilenebilir malzemeler (sertifikalı sürdürülebilir ahşap veya biyoplastik gibi) seçmek, girdilerin yenilenebilir olmasını ve yaşam döngüsü emisyonlarının daha düşük olmasını sağlayabilir. Sorumlu kaynak kullanımı, tedarikçilerin çevresel ve sosyal standartlara uygunluğunun kontrol edilmesi anlamına da gelir. Örneğin, minerallerin ekolojik olarak zararlı madenlerden çıkarılmadığından veya ahşabın iyi yönetilen ormanlardan FSC sertifikalı olduğundan emin olunur. Minimum geri dönüştürülmüş içerik, tehlikeli maddelerin kullanılmaması, düşük karbonlu malzemeler gibi tedarik kriterleri belirlenerek, tasarım aşaması tüm tedarik zincirinin daha yeşil olmasına etki eder. Örneğin, inşaat makinesi firması Caterpillar, ekipmanlarında yeniden üretilmiş bileşenlerin ve geri dönüştürülmüş metallerin kullanımını artırmıştır ve yenilenebilir yeşil çelik, otomobil üreticilerinin karbon salımını azaltmak için tercih ettikleri malzeme olarak ortaya çıkmaktadır.
Uygulamada, ileri görüşlü şirketler bu stratejileri birleştirerek tasarımdan itibaren yeşil ürünler yaratmaktadır. Ar-Ge'ye eko-tasarım kontrol listeleri eklenmekte, tasarım seçimlerinin potansiyel etkilerini ölçmek için dijital LCA araçları kullanılmakta ve sürdürülebilir girdileri temin etmek için tedarik ekipleri erken aşamada sürece dahil edilmektedir. Bir ürünün çevresel ve maliyet ayak izinin büyük bir kısmı tasarım aşamasında belirlendiğinden, bu aşamada yenilik yapan firmalar, değer zincirinin tamamında sürdürülebilirliğin temelini atmaktadır.
5.3. Üretim
Üretim aşaması, hammaddeleri bitmiş ürünlere dönüştüren imalat ve operasyonel süreçleri kapsar. Bu, genellikle kaynak yoğun bir aşamadır ve bu nedenle üretimin yeşillendirilmesi, bir sanayi firmasının doğrudan çevresel ayak izini azaltmak için çok önemlidir. Son yıllarda, birçok şirket enerji inovasyonu, süreç verimliliği ve kirlilik önlemeyi bir araya getirerek “daha yeşil fabrikalar” hedefine ulaşmaya çalışmaktadır. Sürdürülebilir üretimin temel unsurları şunlardır:
Operasyonlarda enerji verimliliği: Enerji verimliliğini artırmak, üretimi daha yeşil hale getirmek için pişmanlık duyulmayacak ilk adımdır. Üreticiler, enerji denetimleri gerçekleştirir ve enerji israfını azaltmak için önlemler alır. Örneğin, yüksek verimli motorlara ve kazanlara geçmek, ısıtma sistemlerini yalıtmak, basınçlı hava kaçaklarını gidermek ve süreç kontrollerini optimize etmek gibi. Yalın üretim ilkelerinin benimsenmesi (değer katmayan kaynak kullanımının ortadan kaldırılması), genellikle enerji kullanımı ve maliyetinin azaltılmasıyla uyumludur. Toyota gibi şirketler, üretim sahasındaki ekiplere gereksiz enerji veya malzeme tüketen süreç adımlarını belirleme ve bunları verimlilik için yeniden tasarlama yetkisi vererek yalın ve yeşil üretim ilkelerini birleştirmiştir. Sonuç olarak enerji faturaları ve emisyonlar azalmıştır. Toplam etki çok büyük olabilir: Bir analiz, mevcut en iyi enerji verimliliği teknolojilerinin endüstride yaygın olarak benimsenmesi halinde, imalat emisyonlarının önemli ölçüde azalırken enerji maliyetlerinden tasarruf edileceğini ortaya koymuştur. Örneğin, Unilever, verimlilik önlemleri sayesinde Dubai Kişisel Bakım fabrikasında enerji tüketimini %34 oranında azaltarak tesisindeki CO₂ emisyonlarını %90 oranında azaltmıştır.
Yenilenebilir enerji entegrasyonu: Önde gelen firmalar, fosil yakıtlara bağımlılığı azaltmak için tesislerini yenilenebilir enerji ile çalıştırmaktadır. Bu, tesis içinde enerji üretimi (fabrika çatılarına güneş panelleri, tesis sahalarında rüzgâr türbinleri, biyokütle kazanları vb.) ve şebekeden veya elektrik satın alma anlaşmaları yoluyla yeşil elektrik satın almayı içermektedir. Birçok küresel üretici, belirledikleri bir tarih itibarıyla faaliyetlerinde %100 yenilenebilir elektrik kullanmayı taahhüt etmiştir ve bazıları bu hedefe şimdiden ulaşmıştır. Örneğin, 2019 yılına kadar Unilever'in Dubai fabrikası, %20’si tesis içi güneş enerjisi ve %80’i sertifikalı yenilenebilir şebeke elektriği karışımıyla elektrik ihtiyacının tamamını yenilenebilir kaynaklardan karşılıyordu. Benzer şekilde, Apple ve Schneider Electric gibi elektronik firmaları da tesislerinin enerji kullanımını dengelemek için güneş ve rüzgâr enerjisi santrallerine yatırım yaptı. Yenilenebilir enerji, doğrudan Kapsam 2 emisyonlarını azaltmakla kalmaz, aynı zamanda şirketleri fosil yakıt fiyatlarındaki dalgalanmalardan da korur. Bazı bölgelerde, politika teşvikleri ve düşen maliyetler, tesis içi yenilenebilir enerji ve pil depolamayı ekonomik olarak cazip hale getirerek fabrikaların temiz enerji üretmesine ve hatta fazlalığı şebekeye ihraç etmesine olanak tanıdı.
Düşük karbonlu süreç inovasyonu: Enerji kaynaklarının ötesinde, şirketler emisyonları ve atıkları ortadan kaldırmak için ürünlerin nasıl üretildiğini yeniden düşünüyor. Düşük karbonlu süreç inovasyonu, daha az emisyon üreten tamamen yeni üretim yöntemlerine geçmeyi içerebilir. Örneğin, çimento ve çelik üreticileri, üretimde fosil yakıtların yerini almak üzere hidrojen veya elektroliz kullanan yeni süreçleri deniyor ve CO₂ salımını önemli ölçüde azaltıyor. Bu tür atılımlar sektöre özgü olsa da geleneksel fabrikalar bile daha temiz teknolojileri benimseyebilir: gaz brülörleri yerine elektrikli indüksiyonlu ısıtma kullanmak, endüstriyel ısıtma ihtiyaçları için ısı pompaları kullanmak veya yüksek emisyonlu fırınlarda karbon yakalama kullanmak gibi. Birçok firma, kirleticilerin (hava emisyonları, atık su, katı atıklar) fabrikadan çıkmadan önce en aza indirilmesini veya yakalanmasını sağlamak için gelişmiş filtreleme, yıkayıcılar ve su arıtma gibi daha temiz üretim teknolojilerine de yatırım yapmaktadır. Çevre yönetim sistemleri için ISO 14001 veya enerji yönetimi için ISO 50001 gibi çevre sertifikasyon programları, operasyonel sürdürülebilirliğin sürekli iyileştirilmesi için çerçeveler sağlar. Bu sertifikaları almak, bir fabrikanın enerji ve su kullanımından atık ve emisyonlara kadar çevresel etkisini izlemek ve azaltmak için sağlam süreçlere sahip olduğunu gösterir.
Kaynak optimizasyonu ve atık azaltma: Üretimin yeşilleştirilmesi, kaynak verimliliğinin artırılmasıyla el ele gider. Üreticiler, örneğin hurda malzemeleri yeniden kullanmak, proses suyunu geri dönüştürmek ve yan ürünler için verimli kullanım alanları bulmak gibi fabrika sahasında girdilerin döngüsel kullanımını uygulamaktadır. Bir süreçten çıkan atık veya fazla ısı, başka bir süreçte (aynı tesis içinde veya komşu bir tesiste) girdi olarak kullanıldığı endüstriyel simbiyoz gibi teknikler devreye girebilir. Dahili olarak, birçok tesis çöp sahasına atılan atığı sıfıra indirmeye çalışarak tüm atık akışlarının geri dönüştürülmesini, kompostlanmasını veya enerji olarak geri kazanılmasını sağlar. Bu, genellikle atık yönetimi ortaklarıyla yakın iş birliği ve bazen atıkları daha iyi ayırmak için süreçlerin yeniden tasarlanmasını gerektirir. Bunun faydaları somuttur: Örneğin Intel, yarı iletken üretiminden elde edilen malzemeleri geri dönüştürmek ve yeniden kullanmak için yollar bularak toplam atıklarının %75'ini geri dönüştürmeyi başardı. 2020 yılına kadar Intel, geri kazanım ve yeniden kullanım girişimleri sayesinde tehlikeli atıklarının neredeyse %100'ünü çöp sahalarından uzaklaştırdı. Bu çabalar sadece çevresel zararı azaltmakla kalmaz, aynı zamanda atık bertaraf maliyetlerinden tasarruf sağlar ve hatta geri dönüştürülebilir malzemelerin satışından yeni gelir kaynakları yaratır.
Bu tür önlemler sayesinde şirketler, fabrikalarını sürdürülebilirlik inovasyonunun merkezlerine dönüştürüyor. Birçoğu karbon nötr veya sıfır etki üretim hedefleri belirlemiştir. Örneğin Schneider Electric, 2025 yılına kadar karbon nötr operasyonlara geçmeyi taahhüt etmiş ve küresel tesislerinde 200'den fazla enerji verimliliği ve yenilenebilir enerji projesini hayata geçirerek son yıllarda kendi operasyonel emisyonlarını %50'den fazla azaltmıştır. Dahası, giderek artan sayıda üretim tesisi, “sürdürülebilirlik fenerleri” olarak tanınmaktadır. Dünya Ekonomik Forumu'nun bu programı, çevresel performansı önemli ölçüde iyileştirmek için ileri teknolojilerden yararlanan fabrikaları öne çıkarmaktadır. Yukarıda bahsedilen Unilever'in Dubai fabrikası, dijital inovasyon ve sürdürülebilir operasyonları bir araya getirmesi nedeniyle Orta Doğu'nun ilk “İleri 4. Sanayi Devrimi Feneri” olarak tanınmıştır. Bu örnekler, yeşil üretimin sadece uygulanabilir olmakla kalmayıp, sıfır emisyona ulaşma yolunda ilerleyen şirketler için verimlilik, inovasyon ve gurur kaynağı olabileceğini göstermektedir.
5.4. Lojistik
Tedarik zinciri boyunca girdi ve ürünlerin taşınması, depolanması ve dağıtılması faaliyetleri, değer zincirini yeşillendirmek için bir başka kritik öneme sahip alandır. Climate Watch 2021 verilerine göre, küresel sera gazı emisyonlarının %13,7’si ulaştırma faaliyetlerindeki enerji kullanımından kaynaklanmaktadır. Bu nedenle şirketler, yakıt kullanımını azaltmak, daha temiz ulaşım yöntemlerine geçmek ve mal akışını optimize etmek için yeşil lojistik stratejileri izlemektedir. Bu bağlamdaki önemli girişimler şunlardır:
Rota optimizasyonu ve verimlilik: Lojistik emisyonlarını azaltmanın en hızlı yollarından biri, teknoloji ve planlamayı kullanarak teslimat rotalarını ve yükleri optimize etmektir. Rota planlamasını (gelişmiş algoritmalar, GPS verileri ve gerçek zamanlı trafik bilgileriyle) iyileştirerek, şirketler toplam seyahat mesafesini azaltabilir ve boş veya yarı dolu seferleri önleyebilir. Dinamik rota belirleme, kamyon filolarının trafik veya talep değişikliklerine anında yanıt vermesini sağlayarak rölantide bekleme ve trafik sıkışıklığı sürelerini en aza indirir. İş birliğine dayalı lojistik, başka bir taktiktir. Örneğin, kamyonların doluluk oranlarını artırmak ve gereksiz seferleri önlemek için diğer şirketlerle veya iş birimleri arasında sevkiyatları koordine etmek gibi. Bu çabalar doğrudan yakıt ve emisyon tasarrufuna dönüşür. Yakın zamanda yapılan bir analiz, bu tür rota optimizasyon tekniklerinin yakıt tüketimini ve emisyonları azaltırken teslimat sürelerini de iyileştirdiğini ortaya koymuştur. Örneğin, sürücülerin rotalarını algoritmik olarak yeniden planlayan UPS'in ORION rota belirleme sistemi, her yıl gereksiz dönüşleri ve kilometreleri azaltarak milyonlarca kilometre ve on binlerce ton CO₂ tasarrufu sağlamıştır. Ayrıca, daha iyi lojistik planlama genellikle yakıt ve işçilik maliyetlerinde tasarruf sağlar, bu da herkes için kazançlı bir durumdur.
Düşük karbonlu taşımacılığa geçiş: Tüm yükler emisyon açısından aynı değildir. Kargoyu daha karbon verimli ulaşım modlarına kaydırmak, dağıtımın karbon ayak izini önemli ölçüde azaltabilir. Mümkün olduğunda, şirketler uzun mesafeli yük taşımacılığını kamyonlardan veya uçaklardan ton-mil başına çok daha az emisyon üreten demiryolu veya deniz taşımacılığı gibi modlara kaydırmaktadır. Demiryolu, ağır yükleri çok daha yüksek enerji verimliliği ile taşıyabilir. Hatta yük taşımacılığının karayolundan demiryoluna kaydırılması, ton-kilometre başına karbon emisyonlarını %75'e kadar azaltma potansiyeli taşıyor. Benzer şekilde, belirli rotalarda kıyı veya iç su taşımacılığı, kamyon taşımacılığından daha verimli olabilir. Kamyon taşımacılığı içinde bile, intermodal çözümler (kısa mesafeler için kamyon, uzun mesafeler için tren kullanmak gibi) her iki yöntemin en iyi özelliklerini bir araya getirir. Birçok hükümet, demiryolu altyapısına yatırım yaparak ve intermodal transferleri kolaylaştırarak modlar arası geçişi teşvik etmektedir. İş açısından bakıldığında, Maersk gibi şirketler sadece deniz taşımacılığı rotalarını ve hızlarını optimize etmekle kalmıyor, aynı zamanda iç hatlar için demiryolu seçeneklerini de entegre ediyor. Benzer şekilde, perakende devleri de sürdürülebilirlik hedeflerine ulaşmak için ülke çapında taşımacılıkta demiryolu kullanımını artırdı. Yeşil lojistik planları genellikle, emisyon azaltmada yüksek etkili bir araç olarak kabul edilen demiryolu veya diğer düşük karbonlu ulaşım türleri ile yapılan sevkiyatların yüzdesini artırma hedefleri belirliyor.
Filo elektrifikasyonu ve alternatif yakıtlar: Hala gerekli olan karayolu taşımacılığı için, şirketler filolarında elektrikli ve alternatif yakıtlı araçlara geçişi hızlandırıyor. Teslimat kamyonetleri, kamyonlar ve hatta uzun yol traktörleri giderek daha fazla elektrikli tahrik sistemleriyle veya biyoyakıt ve yenilenebilir dizel ile çalışıyor. FedEx ve Amazon gibi şirketler, egzoz emisyonlarını ortadan kaldırmak amacıyla dizel araçların yerine on binlerce elektrikli teslimat kamyoneti satın alma planlarını açıkladı. Elektrikli araçlar özellikle yenilenebilir enerji ile şarj edildikleri bir durumda lojistik taşımacılığının karbon emisyonlarını yaklaşık %70 oranında azaltabilir. Elektrikli araç teknolojisinin henüz gelişmekte olduğu daha ağır veya uzun menzilli ihtiyaçlar için, bazı şirketler hidrojen yakıt hücreli kamyonları deniyor veya dizel ile karşılaştırıldığında emisyonları azaltabilen biyogaz/LNG kamyonları kullanıyor. Buna ek olarak, birçok şirket hibrit kamyonlar gibi geçici çözümler benimsiyor ve aerodinamik römorklar, düşük yuvarlanma dirençli lastikler ve sürücülere çevre dostu sürüş eğitimi vererek geleneksel araçların yakıt verimliliğini artırıyor. Filo yenilemeleri, daha temiz yakıtlarla birleştirildiğinde önemli kazançlar sağlayabilir: Örneğin, kamyonlarda biyodizel veya yenilenebilir dizel karışımı kullanmak, yaşam döngüsü CO₂ emisyonlarını %20-50 oranında azaltabilir ve kentsel teslimatlarda elektrikli veya hibrit araçların kullanılması, emisyonları yarıdan fazla azaltabilir. İklim faydalarının yanı sıra, elektrikli filolar yerel hava kirliliğini de azaltır; bu da topluluklar ve düzenleyiciler tarafından memnuniyetle karşılanan bir yan fayda.
Ambalajların yeniden tasarlanması ve yük optimizasyonu: Lojistik sürdürülebilirliği sadece araçlar ve rotalarla ilgili değil, aynı zamanda taşınan mallarla da ilgilidir. Ambalaj tasarımı, ürünlerin nakliyesiyle ilgili hacim, ağırlık ve atık miktarını belirlemede önemli bir rol oynar. Şirketler, ambalajları daha hafif, daha kompakt ve daha geri dönüştürülebilir hale getirmek için yeniden tasarlıyor. Bu yaklaşımlar arasında gereksiz ambalaj katmanlarının ortadan kaldırılması, daha hafif malzemelerin kullanılması ve ambalaj boyutlarının, ürünlerin nakliye konteynerlerinde daha iyi yer almasını sağlayacak şekilde tasarlanması yer almaktadır. Örneğin, IKEA, palet veya kamyona daha fazla ürün sığdırmak için birçok ürününü ve düz ambalaj kutularını yeniden tasarlayarak, nakliye sayısını ve emisyonları azaltmıştır. Ayrıca, firmalar tek kullanımlık karton ve plastiği azaltmak için B2B gönderiler için yeniden kullanılabilir ambalaj sistemleri (kapalı bir döngüde dolaşan dayanıklı taşıma çantaları veya paletler gibi) araştırıyor. Akıllı ambalaj tasarımı, lojistik verimliliğini önemli ölçüde artırabilir ki ürünlerin istiflenme veya paketlenme şeklini değiştirmekle bile yollardaki kamyon sayısını azaltarak yakıt tüketimini ve CO₂ salımını doğrudan azaltabileceğini ortaya koyan çalışmalar var. Bazı tüketim malları şirketleri artık ambalaj mühendislerine sürdürülebilir ambalajlama kılavuzları konusunda eğitim vererek, ambalaj yeniliklerinin hem pazarlama ihtiyaçları hem de lojistik optimizasyonu ile uyumlu olmasını sağlamaktadır.
Tedarikçi katılımı ve emisyon takibi: Yeşil lojistiğin son bir yönü, tedarikçiler ve ortaklarla birlikte çalışarak emisyonları izlemek ve azaltmaktır. Birçok şirket, nakliye tedarikçilerinden (kamyon şirketleri, 3PL'ler gibi) yakıt kullanımlarını ve sera gazı emisyonlarını raporlamalarını istemektedir. Bu etkileri ölçerek nakliyeciler sorunlu alanları ve azaltma hedeflerini belirleyebilir. Örneğin, bir perakendeci, belirli bir dağıtım güzergahının veya modunun emisyon yoğun olduğunu keşfedebilir ve ardından nakliyeciyle iş birliği yaparak verimliliği artırabilir veya daha temiz bir moda geçebilir. Bazı firmalar ayrıca tedarikçilere araçlar veya teşvikler sunmaktadır: Örneğin Schneider Electric, en büyük bin tedarikçisinin (lojistik sağlayıcılar dahil) 2025 yılına kadar CO₂ emisyonlarını yarıya indirmelerine yardımcı olmak için Sıfır Karbon Projesi'ni başlatmıştır. Bu, en iyi uygulamaların paylaşılmasını, emisyon hesaplama araçlarının sağlanmasını ve bazı durumlarda filo yenileme gibi çözümlere ortak yatırım yapılmasını içerir. Yeşil lojistik ilkelerini tedarik ağlarının geneline yayarak, şirketler bu ilkelerin etkisini artırır, çünkü nakliye emisyonlarının büyük bir kısmı genellikle dış kaynaklı nakliye faaliyetlerinden kaynaklanmaktadır.
Özetle, yeşil lojistik malları daha akıllı, daha temiz ve daha yalın bir şekilde teslim etmekle ilgilidir. Rotaları optimize ederek, düşük karbonlu ulaşım modlarına geçerek, filoları elektriklendirerek ve ambalajlama ve tedarik zinciri tasarımını yeniden düşünerek, şirketler önemli emisyon azaltımları ve maliyet tasarrufları elde edebilir. Ayrıca tedarik zincirinin dayanıklılığını da artırırlar. Verimli lojistik, daha az yakıt bağımlılığı ve genellikle yakıt fiyat dalgalanmalarına veya ulaşımdaki karbon vergileri gibi düzenleyici maliyetlere daha az maruz kalma anlamına gelir. Müşteri beklentileri ve düzenlemeler (kentsel düşük emisyon bölgeleri gibi) giderek daha temiz lojistik talep ettikçe, bu yatırımlar pazar erişimini sağlamaya ve marka itibarını güçlendirmeye de yardımcı olur.
5.5. Pazarlama ve Satış
Sürdürülebilirlik fabrika kapısında veya dağıtımda bitmez. “Pazarlama ve satış”, şirketlerin müşteriler ve halkla etkileşim kurduğu, talebi şekillendirdiği, değerleri ilettiği ve sorumlu ürün kullanımını sağladığı aşamadır. Son yıllarda, artan tüketici bilinci ve ESG baskıları, şirketlerin ürünlerini pazarlama ve bilgi açıklama yöntemlerinde bir devrim yarattı. Yeşil pazarlama, sadece yeşil bir imajın reklamını yapmakla kalmaz; çevresel etkiler konusunda şeffaflık, yeşil yıkamayı önlemek için dürüst iletişim ve sürdürülebilirlikle uyumlu değer önerileri geliştirmeyi de kapsar. Pazarlama ve satışın yeşil ilkelerle uyumlu hale getirilmesinin temel unsurları şunlardır:
Şeffaflık ve eko-etiketleme: Modern tüketiciler ve iş ortakları, ürünler ve şirketler hakkında açık çevre bilgileri beklemektedir. Buna yanıt olarak, şirketler şeffaf etiketleme ve bilgilendirme uygulamaları benimsemektedir. Eko-etiketler (Energy Star, USDA Organic, EU Ecolabel, Fair Trade gibi), bir ürünün belirli çevresel veya sosyal standartları karşıladığını belirtir. Birçok şirket, çevreye duyarlı alıcılar nezdinde güvenilirlik kazanmak için bu sertifikaları almaktadır. Ayrıca, bir ürünün CO₂ eşdeğer emisyonlarını ambalaj üzerinde gösteren karbon ayak izi etiketlemesi de ortaya çıkmaktadır. Örneğin, birçok küresel gıda ve tüketim malları şirketi tüketicilerin ürünlerin iklim üzerindeki etkisini karşılaştırmasına yardımcı olmak için karbon etiketleri kullanmaya başlamıştır. Amaç, tüketicilerin bilinçli seçimler yapmalarını sağlamak ve daha düşük etkiye sahip ürünleri ödüllendirmek, böylece daha yeşil değer zincirleri için bir pazar çekişi yaratmaktır. Şeffaflık, kurumsal düzeyde raporlama anlamına da gelir: şirketler artık GRI veya TCFD gibi çerçevelere uygun ayrıntılı sürdürülebilirlik raporları ve ESG verileri yayınlamakta ve çoğu bilimsel temelli hedefleri kamuya açıklamaktadır. Bu açıklık, şirketin yeşil yıkama yapmadığına dair güvenin oluşmasına yardımcı olur. Düzenleyicilerin yanıltıcı yeşil iddialara karşı sert önlemler aldığına dikkat çekmek gerekir. OECD’nin 2025’te yayımladığı bir araştırma, eko-etiketlerin yaygın olmasına rağmen, tutarsız veya yanlış iddiaların tüketici güvenini zedeleyebileceğini ortaya koymaktadır. Bu nedenle, önde gelen markalar, güvenilirliklerini korumak için tüm yeşil iddialarını verilerle (örneğin, üçüncü taraf denetimleri, LCA sonuçları) desteklemektedir. Genel olarak, şeffaflığı “kusurlarıyla birlikte” benimsemek, hesap verebilirliği gösterir ve şirketi kamu hedeflerine ulaşmak için sürekli iyileştirmeye teşvik eder.
Yeşil markalama ve ESG değer önerileri: Şirketler giderek sürdürülebilirlik etrafında marka kimlikleri oluşturmaktadır. Bu, ürünlerinin cazibesinin merkezinde çevresel veya sosyal misyonları öne çıkaran “amaç odaklı” markaların yükselişinde görülebilir. Örneğin, ABD merkezli bir giyim perakendecisi olan Patagonia, müşterilerini sadece ihtiyaçları olanı satın almaya teşvik ederek ve onarım hizmetleri sunarak markasını oluşturmuştur. Büyük çok uluslu şirketler de sürdürülebilirliği vurgulamak için amiral markalarını yeniden konumlandırdı: Unilever'in Dove ve Hellmann's markaları, sırasıyla plastik ve gıda atıklarının azaltılmasına yönelik kampanyalar yürüttü. Unilever, şirket içinde “Sürdürülebilir Yaşam” markalarının (sürdürülebilirliğe en fazla yatırım yapan markalar) diğer markalarına göre çok daha hızlı büyüdüğünü bildirerek, güçlü bir ESG teklifinin satışları artırabileceğini vurguladı. Yeşil değer önerisi, şirketin temel ürünün ötesinde bir şey sunduğu anlamına gelir: Belki daha düşük çevresel etki vaadi, bir amaca katkı (örneğin, satılan her ürün için bir ağaç dikmek) veya sadece sorumlu bir markayla uyum içinde olmanın maddi olmayan faydası. Bu, dikkatli bir şekilde yapılmalıdır; günümüz tüketicileri sosyal medya ve bilgiyle donanmış olduğundan, yanlış bilgiyi daha hızlı fark edebilmektedir. Ancak, doğru yapıldığında, sürdürülebilir markalaşma müşteri sadakatini artırabilir ve hatta primli fiyatlandırmaya olanak tanıyabilir, çünkü bazı tüketiciler kendi değerlerini yansıtan ürünler için daha fazla ödeme yapmaya isteklidir. Bu nedenlerle pazarlama departmanları sürdürülebilirlik ekipleriyle yakın iş birliği içinde çalışarak, karbon ayak izinin azaltılması, toksik olmayan bileşenler gibi gerçek iyileştirmeleri öne çıkaran hem çekici hem de doğru mesajlar oluşturmalıdır.
Ürün-hizmet sistemleri ve yeni iş modelleri: Yeşil pazarlama, sadece ürünün kendisini değil, ürünün sağladığı değeri satmayı da içerir. Bu, ürün-hizmet sistemlerinin ardındaki fikirdir: Uzun ömürlülüğü ve kaynak verimliliğini teşvik etmek için malları bir hizmet olarak sunan iş modelleri. Örneğin, bir şirket ampul satmak yerine, müşterilerin aydınlatma için ödeme yaptığı ve ampullerin ve armatürlerin mülkiyetinin sağlayıcıda kaldığı “hizmet olarak aydınlatma” satabilir. Bu, sağlayıcının teşvikini dayanıklı, verimli ampuller kullanmak ve ömürlerinin sonunda geri dönüştürmekle uyumlu hale getirir. Ticari binalarda aydınlatmayı bir hizmet olarak sunan Philips, bu konuda dikkat çeken bir örnektir. Philips, ekipmanlardan sorumlu olmaya devam eder ve zamanla ampulleri daha verimli teknolojilerle değiştirerek atık ve enerji kullanımını azaltır. Benzer şekilde, bazı ev aletleri üreticileri kiralama modellerini araştırırken, otomotiv şirketleri araç paylaşımı veya abonelik hizmetleri sunmaktadır. Pazarlama açısından bu bir değişimdir: Tek seferlik bir cihaz satışı yerine bir sonuç (ışık, mobilite, konfor) pazarlanır. Bu, genellikle performans garantisi ve müşteri için daha az zahmet anlamına geldiği için cazip bir teklif olabilir. Ayrıca, tüketiciler maliyet ve çevresel nedenlerle mülkiyetten çok erişime ilgi duymaya başladıkça, bu döngüsel ve hizmet tabanlı modeller bir şirketi farklılaştırabilir. Diğer örnekler arasında donanım satmak yerine bulut üzerinden bilgi işlem hizmetleri sunan BT şirketleri sayılabilir. Ürün kullanımını izlemek için IoT ile mümkün hale gelen bu tür modeller, doğası gereği daha döngüseldir ve müşteri ihtiyaçlarını karşılarken toplam kaynak tüketimini önemli ölçüde azaltabilir.
Tüketici katılımı ve eğitimi: Yeşil pazarlamanın bir diğer temel unsuru, tüketicileri sürdürülebilirliğe aktif olarak dahil etmektir. Bu, ürün satmanın ötesine geçer; müşterileri ürünleri çevre dostu bir şekilde kullanmaya ve geri dönüşüm veya geri alma programlarına katılmaya teşvik etmek ve onlara bu imkânı sunmakla ilgilidir. Örneğin, birçok ev aletleri ve deterjan markası, kullanıcılarına ürünlerini daha çevre dostu bir şekilde nasıl kullanacakları konusunda eğitim vermektedir (örneğin, çamaşırları soğuk suyla yıkamak ve havada kurutmak, çamaşır deterjanlarının yaşam döngüsü enerjisini büyük ölçüde azaltabilir). Otomobil şirketleri, yakıt tasarruflu sürüş için ipuçları veriyor veya müşteri tabanında araba paylaşımını teşvik ediyor. Teknoloji şirketleri, cihazların enerji kullanımını veya pil ömrünü optimize eden yazılım güncellemeleri yayınlayarak, daha çevre dostu kullanımı ince bir şekilde teşvik edebilir. Önemli olarak, şirketler aynı zamanda sorumlu tüketim için olanak sağlayan mekanizmalar da oluşturmaktadır. Bunlar arasında kullanılmış ürünler (telefonlar, yazıcı kartuşları vb.) için kolay geri dönüşüm noktaları veya posta ile geri gönderme programları, ambalajların iadesi için indirimler veya ürün iadesini teşvik eden depozito sistemleri sayılabilir. Sorumlu tüketimi mümkün kılmak, ürünün ömrünün sonunda döngüsel ekonomide uygun şekilde işlenme olasılığını artırır. Birçok firma, tüketici katılımını artırmak için STK'ler veya belediye programlarıyla iş birliği yapıyor. Örneğin, elektronik perakendecileri e-atık toplama etkinlikleri düzenliyor. Ayrıca, pazarlama kampanyaları artık sıklıkla tüketicinin rolünü vurguluyor: Müşterinin satın alımları ve davranışları ile fark yaratabileceğini hissetmesini sağlıyor. İki yönlü bir ilişki kurarak, şirketler müşterilerini sürdürülebilirlik yolculuklarında müttefiklerine dönüştürür. Bu, marka sadakatini artırmakla kalmaz, aynı zamanda gerçek dünyadaki sonuçları da iyileştirir.
Bu uygulamaları hayata geçirirken, şirketler güvenilirliklerini korumaya özen göstermelidir. Düzenleyici kurumlar ve tüketiciyi koruma kuruluşları yanıltıcı yeşil iddialara karşı uyanıktır. 2025 tarihli bir OECD raporu, belirsiz veya kanıtlanmamış iddiaların tüketicileri yanıltabileceği yaygın yeşil yıkama uygulamalarına karşı uyarıda bulunarak, daha sıkı standartlar ve denetim çağrısında bulunmaktadır. Bu nedenle, önde gelen firmalar genellikle iddialarını üçüncü taraflarca doğrulatır, standartlaştırılmış etiketler kullanır ve sürdürülebilirlik hedeflerindeki ilerlemeleri veya gerilemeleri şeffaf bir şekilde raporlar. Doğru şekilde uygulandığında, sürdürülebilirlik odaklı pazarlama ve satış, bir döngü yaratabilir: Daha yeşil ürünlere olan talep artar, bu da değer zinciri boyunca sürdürülebilir inovasyona daha fazla yatırım yapılmasını haklı çıkarır ve pazarı eğiterek tüketicilerin tercihlerini genel olarak daha sürdürülebilir seçeneklere kaydırır.
5.6. Satış Sonrası ve Döngüsellik
Değer zinciri, ürün satıldıktan sonra sona ermez. Satış sonrası hizmet ve ömür sonu yönetimi, döngüyü kapatmak ve ürünün tüm yaşam döngüsünün sürdürülebilir olmasını sağlamak için çok önemli aşamalardır. Bu aşama, bakım, onarım, yeniden kullanım ve geri dönüşüm dahil olmak üzere, müşteri kullanımı sırasında ve sonrasında olanlara odaklanır. Döngüsel ekonomi ilkelerini benimseyen şirketler, ürün ömrünü uzatmayı, ürünleri ve malzemeleri geri kazanmayı ve eskiden atık olan şeylerden değer yaratmayı amaçlamaktadır. Satış sonrası ve döngüsellik alanındaki temel stratejiler şunlardır:
Ürün ömrü ve onarılabilirlik: En çevreci ürün, genellikle mümkün olduğunca uzun ömürlü olan ve yeni bir ürün ihtiyacını ortadan kaldıran üründür. Bu nedenle şirketler, ürünlerinin kullanım ömrünü uzatmak için onarılabilirlik ve bakım hizmetlerine yatırım yapmaktadır. Bu, ürünlerin dayanıklılık ve kolay onarım için tasarlanmasını ve ardından bu tasarımı erişilebilir onarım altyapısı ile desteklemeyi içerir: Yedek parçalar, onarım kılavuzları ve yetkili servis merkezleri sağlamak. Bazı elektronik ve beyaz eşya şirketleri artık belirli bir süre için yedek parça teminini garanti ediyor ve atmak yerine onarmayı teşvik etmek için sabit fiyatlı onarım hizmetleri sunuyor. Örneğin, bazı akıllı telefon üreticileri onarım uzmanlarıyla ortaklık kurmuş veya düşük maliyetli resmi pil değiştirme programları sunarak tüketicilerin pil ömrü dolduğunda yeni bir telefon satın almamalarını sağlamıştır. Hükümetler de bu alanı desteklemektedir. Örneğin, AB'deki “onarım hakkı” düzenlemeleri, üreticileri cihazları onarılabilir hale getirmelerini ve minimum süre boyunca yedek parça tedarik etmelerini zorunlu kılmaktadır. Onarım ve yükseltmeleri kolaylaştırarak, şirketler sadece atıkları azaltmakla kalmaz, aynı zamanda müşteri memnuniyetini artırır ve hizmet faaliyetlerinden potansiyel olarak yeni gelir elde eder. Yeniden üretim bir adım daha ileri gider: şirketler kullanılmış ürünleri veya bileşenleri geri alır, yeniler ve genellikle garanti ile yeniden satar. Bu, endüstriyel ekipman ve otomotiv parçalarında yaygındır. Örneğin, Caterpillar, ağır makine bileşenleri için büyük bir yeniden üretim programı yürütmekte ve müşterilerine uygun maliyetli yenilenmiş parçalar sunarken malzeme ve enerji tasarrufu sağlamaktadır. Bu tür ürün ömrünü uzatma modelleri (onarım, yenileme, yeniden üretim), ürünlerin dolaşımda kalmasını ve çöp sahalarına gitmemesini sağlar.
Geri alma sistemleri ve geri dönüşüm: Döngüselliğin temel taşlarından biri, kullanım ömrü sonu geri alma programları oluşturmaktır. Şirketler, müşterilerin kullanılmış ürünleri veya ambalajları iade edebilecekleri kanallar oluşturur ve bu ürünleri geri dönüştürür veya geri kazanım için işler. Bu, perakende satış noktalarında, posta yoluyla gönderme programları veya teslim alma hizmetleri aracılığıyla gerçekleştirilebilir. Bu konuda öne çıkan birçok örnek var. Örneğin, elektronik firmaları eski cihazlar için takas veya geri dönüşüm programları sunar; giyim markaları geri dönüşüm için eski giysileri toplar; boya üreticileri ise artık boya ve tenekeleri geri alır. Bunun parlak bir örneği, otomobil aküleri üreten Johnson Controls'tur. Bu şirket, malzemelerin %99'unun yeniden kullanılabileceği şekilde otomobil aküleri tasarlamış ve müşterilerden eski akülerin toplandığı ve neredeyse tamamının yeni akülere dönüştürüldüğü bir kapalı döngü toplama sistemi uygulamıştır. Bu döngüsel tedarik zinciri, Kuzey Amerika ve Avrupa gibi bölgelerde akü geri dönüşüm oranlarının %99'a ulaşmasını sağlamış ve yeni akülerin ortalama %80'inin geri dönüştürülmüş malzeme içermesini mümkün kılmıştır. Bunun faydaları arasında sadece atıkların azaltılması değil, akü kasalarında yeni plastik yerine geri dönüştürülmüş plastik kullanılmasıyla %90 enerji tasarrufu da yer almaktadır. Bu örnek, iyi tasarlanmış bir geri alma ve geri dönüşüm sisteminin çevresel etkiyi önemli ölçüde azaltırken, aynı zamanda güvenilir bir ikincil hammadde akışını nasıl sağlayabileceğini göstermektedir. Farklı sektörlerdeki şirketler, artık “ürünlerin %X'i ömrünün sonunda geri kazanılacak” veya “yeni ürünlerde %Y geri dönüştürülmüş içerik kullanılacak” gibi hedefler belirlemektedir. Bu hedeflerin gerçekleştirilmesi, etkili geri alma lojistiği ve geri dönüştürücülerle ortaklıklara bağlıdır.
Sökme ve geri dönüşüm için tasarım: Geri dönüşüm ve yeniden üretimin büyük ölçekte uygulanabilir hale gelmesi için ürünler, bir sonraki ömürleri göz önünde bulundurularak tasarlanmalıdır. Bu, tasarım aşamasıyla örtüşmekle birlikte, kullanım ömrü sonunda gerçekleştirilir. Sökülmeye uygun tasarım, kullanım ömrü sonunda ürünlerin kolayca parçalarına ve malzemelerine ayrılabilmesi ve bu parçaların ayrıştırılıp geri dönüştürülebilmesi anlamına gelir. Bu genellikle malzeme çeşitliliğinin en aza indirilmesi, mümkün olduğunca geri dönüştürülebilir malzemelerin kullanılması ve geri dönüşüm akışlarını kirleten toksik veya karışık malzemelerin kullanılmamasını içerir. Ayrıca, plastik parçaların reçine kodlarıyla etiketlenmesi, kalıcı yapıştırıcılar yerine geçmeli bağlantılar veya vidalar kullanılması ve geri dönüştürücüler için sökme talimatlarının sağlanması anlamına da gelir. Klasik bir örnek, Interface'in halı karolarıdır: Karoları, mümkün olduğunca tek tip polimer kullanacak ve modüler bir arka yüzeye sahip olacak şekilde yeniden tasarladılar, böylece ömürlerinin sonunda karolar nispeten kolay bir şekilde geri kazanılabilir ve yeni halılara dönüştürülebilir (hatta ipliği arka yüzeyden ayırmak için makineler bile geliştirdiler). Atıkları tasarımdan çıkararak ve geri dönüştürülebilirliği tasarıma dahil ederek şirketler, kendileri veya üçüncü taraflar eski ürünü aldıklarında bunun çöp değil, bir kaynak olmasını sağlarlar.
Döngüsel iş modelleri (kiralama, paylaşım, hizmet olarak ürün): Bölüm 4'te ele alınan ürün-hizmet sistemlerine ek olarak, firmaların satış sonrası aşamada benimsediği başka döngüsel modeller de bulunmaktadır. Kiralama ve abonelik modelleri bunlardan biridir. Mülkiyet hakkı şirkette kaldığı için, ürünün ömrünün sonunda sorumluluk şirkete aittir ve bu nedenle ürünü yenilemek ve yeniden kullanmak için bir teşvik vardır. Örneğin, bazı mobilya şirketleri ofis mobilyalarını kiralamaktadır. Müşteri ofisini yenilediğinde, şirket eski mobilyaları geri alır, yeniler ve başka bir müşteriye kiralar, böylece sürekli bir döngü oluşturur. Paylaşım modelleri de genel olarak ihtiyaç duyulan ürün sayısını azaltır. Örneğin, alet kütüphaneleri veya eşler arası kiralama platformları, her kişinin bir matkap satın alması yerine, bir matkabın düzinelerce kişinin ihtiyacını karşılamasını sağlar. İşletmeler, birden fazla kullanıcı için tasarlanmış dayanıklı ürünler sunarak veya kendileri kiralama filoları işleterek bu fırsattan yararlanabilir. OECD, beş döngüsel iş modeli arketipi belirlemiştir: Döngüsel tedarik (yenilenebilir/geri dönüştürülmüş girdilerin kullanılması), kaynak geri kazanımı (geri dönüşüm ve atıktan değere), ürün ömrünün uzatılması (onarım/yeniden üretim), paylaşım platformları ve hizmet olarak ürün. Şirketler bunlardan birkaçını birleştirebilir. Örneğin, Siemens gibi bir şirket, endüstriyel ekipmanları geri almak ve yeniden üretmekle (ömür uzatma) kalmaz, aynı zamanda geri kazanılan malzemeleri yeni üretimde kullanır (kaynak geri kazanımı) ve belirli ürünler için ürünler yerine çalışma süresi veya performans satar. Bu modelleri benimsemek, genellikle gelir modelinin (tek seferlik satıştan tekrarlayan hizmet gelirine) ve lojistiğin (iadeleri yönetmek için tersine lojistik) yeniden düşünülmesini gerektirir. Ancak başarılı bir şekilde uygulandığında, büyümeyi kaynak kullanımından ayırır: işletme, yalnızca yeni ürünler satarak değil, mevcut ürünleri ve malzemeleri dolaşıma sokarak kar elde edebilir.
Döngüselliğe müşteri katılımı: Son olarak, şirketler müşterileri döngüsel girişimlere katılmaya teşvik eder. Bu, iadeler için teşvikler vermek, müşterilere ürünleri nerede ve nasıl geri dönüştürebilecekleri konusunda eğitim vermek veya topluluk programları oluşturmak (giyim markalarının “onarım fuarları” düzenlemesi veya akıllı telefon şirketlerinin en yakın e-atık toplama noktasını gösteren yazılımlar sunması gibi) anlamına gelebilir. Son kullanıcının bir ürünü iade etme veya uygun şekilde imha etme istekliliği, döngüsel sistemlerin çalışması için çok önemlidir. Bu nedenle, basitlik ve küçük ödüller çok etkili olabilir: İadeler için ön ödemeli kargo etiketleri, depozito sistemleri veya küçük krediler. Bu tür girişimler, döngüsel ekonomiyi tüketiciler için somut hale getirir ve satış sonrası da şirketin “sözünün eri” olduğunu göstererek marka sadakatini güçlendirebilir.
Bu satış sonrası ve döngüsel stratejileri uygulayarak, şirketler doğrusal “al-kullan-at” akışını önemli ölçüde azaltır ve bunun yerine döngüsel döngüler oluşturur. Sonuç olarak hammadde tüketimi azalır, atık ve kirlilik azalır ve genellikle maliyet tasarrufu sağlanır. Ayrıca, bu uygulamalar şirketleri yasal değişikliklere karşı geleceğe hazır hale getirebilir. Örneğin, çöp depolama veya kirlilik maliyetleri artarsa, halihazırda döngüsel sistemlere sahip olanlar avantajlı konuma geçecektir. Bu, paydaşlar tarafından da giderek daha fazla talep edilmektedir. Örneğin genç tüketiciler, satın aldıktan sonra uzun süre ürünlerinin sorumluluğunu üstlenen markalara yöneliyor. Özetle, satış sonrası aşama potansiyel bir yükümlülüğü (ürün atığı) bir varlığa (yeni üretim için hammadde) dönüştürerek yeşil eylem haritasındaki değer zinciri döngüsünü tamamlar.
5.7. Dijital ve Finansal Kolaylaştırıcılar
Değer zincirinin her aşaması belirli yeşil uygulamalar gerektirirken, bu çabaları bir araya getiren ve ilerlemeyi hızlandıran şey, kolaylaştırıcı altyapıdır. İki kolaylaştırıcı unsur öne çıkmaktadır: Dijital teknoloji ve finansal mekanizmalar. Bunlar, tasarımdan ömür sonu aşamasına kadar sürdürülebilirlik girişimlerini destekleyen ve güçlendiren çapraz katmanlar olarak işlev görür.
Dijital teknolojiler sürdürülebilirliğin güçlü bir müttefikidir. Bu araçlar, şirketlerin daha önce mümkün olmayan şekillerde süreçleri izlemesine, optimize etmesine ve yeniden tasarlamasına olanak tanıyarak, değer zincirinin her aşamasında daha yeşil sonuçlar elde edilmesini kolaylaştırıyor. Bu sinerjinin kısa bir tanımı “sürdürülebilirlik hedefleri için şeffaflığı, verimliliği ve kontrolü artırmak amacıyla dijital teknolojiyi değer zincirine entegre etmek” şeklindedir. Uygulamada bu, birçok şekilde gerçekleşir:
IoT ve gerçek zamanlı veriler: IoT, sensörlerin değer zincirinin her yerine yerleştirilmesini sağlar. Bu sensörler enerji kullanımı, emisyonlar, sıcaklık, konum vb. hakkında gerçek zamanlı veriler toplar. Bu verileri kullanarak şirketler, çevresel performansları hakkında benzeri görülmemiş bir görünürlük elde eder. Örneğin, üretim hatlarındaki IoT sensörleri sızıntıları veya verimsizlikleri algılayabilir ve bakımı tetikleyerek enerji israfını önleyebilir. Lojistikte, kamyonlardaki telematik cihazlar yakıt tüketimini ve rölanti sürelerini bildirerek filo yöneticilerinin sürücülere çevre dostu sürüş konusunda eğitim vermesine ve rotaları dinamik olarak optimize etmesine yardımcı olur. IoT, ürün kullanımında bile yeni hizmetler sunabilir: Tüketiciler için enerji tasarrufu sağlamak üzere öğrenen ve kendini ayarlayan akıllı termostatları düşünün. Veri analitiği platformları bu akışları bir araya getirir ve genellikle karbon ayak izi, su kullanımı ve atık gibi KPI'ları gerçek zamanlı olarak izleyen sürdürülebilirlik panoları aracılığıyla eyleme geçirilebilir içgörüler sunar. Bu sürekli izleme, büyük şirketlerin kapsam 3 emisyonlarını yönetmesi için çok önemlidir. Örneğin, tedarikçi emisyon verilerini veya ürün kullanım modellerini izleyerek iyileştirme yapılabilecek alanları belirlemek gibi.
Dijital ikizler ve AI optimizasyonu: Dijital ikiz, fiziksel bir varlığın, sistemin veya sürecin sanal modelidir. Şirketler, senaryoları simüle etmek ve performansı optimize etmek için fabrikaların, tedarik ağlarının ve hatta kullanımdaki ürünlerin dijital ikizlerini oluşturuyor. AI ile birleştirilen dijital ikizler, tahmine dayalı ve kuralcı analitik sağlar. Örneğin, en enerji verimli üretim programını bulmak veya ekipman arızalarını meydana gelmeden önce tahmin etmek için simülasyonlar çalıştırabilirler. Örneğin, bir üretici, fabrikasının dijital ikizini kullanarak farklı makine ayarlarının veya üretim sıralarının enerji tüketimini ve verimi nasıl etkilediğini test edebilir, ardından YZ kullanarak üretilen birim başına enerjiyi en aza indiren optimum konfigürasyonu belirleyebilir. Benzer şekilde, YZ algoritmaları, lojistik planlamayı insanlardan çok daha iyi optimize etmek için büyük veri kümelerini (hava durumu, trafik, talep tahminleri) işleyebilir, yakıt kullanımını azaltabilir ve kamyonların tam yüklemesini sağlayabilir. Dünya Ekonomik Forumu, YZ, IoT, bulut bilişim ve blok zinciri gibi Endüstri 4.0 teknolojilerinin, değer zincirleri genelinde benzeri görülmemiş bir görünürlük ve optimizasyon sağlamak için kullanıldığını belirtiyor. Somut bir örnek, tarım tedarik zincirlerinde görülebilir: şirketler, blok zinciri defterlerini kullanarak palmiye yağı veya kahve gibi ürünleri çiftlikten fabrikaya kadar takip ediyor, sürdürülebilir uygulamaları doğruluyor ve ormansızlaşma risklerini neredeyse gerçek zamanlı olarak tespit ediyor. Uydu aracılığıyla yapay zekâ görüntü analizi, arazi kullanımındaki değişiklikleri izleyerek bunu tamamlayabilir. Bu dijital olanaklar, karmaşık küresel zincirlerde sürdürülebilirlik kriterlerinin korunmasını sağlar ve sorunları erken tespit ederek düzeltilmesini mümkün kılar.
Müşteriye yönelik dijital araçlar: Pazarlama/satış tarafında, dijital teknoloji tüketicilere bilgi ve seçenekler sunarak onları güçlendirir. Örneğin, akıllı telefon uygulamaları ürün barkodlarını tarayarak sürdürülebilirlik puanlarını veya karbon ayak izlerini anında görüntüleyebilir. Bazı perakendeciler bu hizmeti halihazırda sunmaktadır. E-ticaret platformları, arama sonuçlarına “sürdürülebilir ürünler” için filtreler ekliyor veya çevre dostu ürün özelliklerini öne çıkarıyor. Bu tür dijital şeffaflık, tüketici davranışını büyük ölçekte yönlendirebilir. Ayrıca, şirketler sosyal medya ve çevrimiçi etkileşimleri kullanarak tüketicileri sürdürülebilir kullanım ve ürün ömrü sonu uygulamaları konusunda eğitiyor (örneğin, yaygın ürün sorunlarının nasıl onarılacağına veya kullanılmış ürünlerin nasıl iade edileceğine dair etkileşimli eğitimler). Oyunlaştırma ve takip uygulamaları, müşterilerin alışkanlıklarının etkisini görmelerini sağlar. Örneğin, bir uygulama, bir müşterinin yeni bir ambalaj yerine ürünün yeniden doldurulmasını tercih ederek kaç kilogram CO₂ tasarruf ettiğini gösterebilir ve böylece başarı duygusu ve sadakat yaratabilir. Tüm bu dijital arayüzler, şirketin sürdürülebilirlik çabaları ile müşterinin eylemleri arasındaki geri bildirim döngüsünü kapatmaya yardımcı olur.
Veri yönetimi ve entegrasyon: Tüm dijital olanakların temelinde sağlam bir çevre veri yönetimi yatmaktadır. Şirketler, çeşitli silolardan ve tedarik zinciri ortaklarından gelen verileri tutarlı bir resme entegre etmek için sistemlere yatırım yapmaktadır. Bu, doğru karbon muhasebesi ve ESG raporlaması için gereklidir. Birçok firma, her ürün partisinin karbon ayak izini hesaplayabilen veya bilimsel temelli hedeflere göre ilerlemeyi gerçek zamanlı olarak takip edebilen özel sürdürülebilirlik yazılımları kullanıyor. Veri toplama ve analizini otomatikleştiren dijital araçlar, raporlama yükünü azaltır ve sürdürülebilirlik uzmanlarının strateji ve eyleme odaklanmasını sağlar. Ayrıca, yüksek kaliteli verilere sahip olmak daha iyi karar verme sürecine olanak tanır: örneğin, tedarik departmanı tedarikçi karbon puanlarını satıcı seçim algoritmalarına dahil edebilir veya Ar-Ge departmanı yazılım eklentileri aracılığıyla farklı tasarım seçeneklerinin LCA sonuçlarını anında görebilir. Kısacası, dijitalleşme yeşil değer zincirinin sinir sistemi gibi işlev görür, tüm aşamalarda girdileri algılar ve bunlara yanıt verir.
Sonuç olarak, dijital olanaklar, bir şirketin 1-5. bölümlerde tartışılan yeşil uygulamaları hayata geçirme ve ölçeklendirme yeteneğini önemli ölçüde artırır. Maliyetleri düşürür ve izleme doğruluğunu artırır, daha önce gizli olan verimsizlikleri ortaya çıkarır, yeni döngüsel iş modelleri (paylaşım platformları veya uygulamalar ve IoT ile desteklenen hizmet olarak ürün sistemleri gibi) mümkün kılar ve karmaşık küresel operasyonlarda koordinasyonu kolaylaştırır. Sürdürülebilirlik konusunda öncü şirketler genellikle dijital dönüşümden yoğun olarak yararlanan şirketlerdir. Bu, dijital ve yeşil dönüşümlerin ne kadar iç içe olduğunu vurgulamaktadır.
Yeşil değer zincirine geçiş, sermayenin harekete geçirilmesini ve finansal teşviklerin sürdürülebilirlik sonuçlarıyla uyumlu hale getirilmesini de gerektirir. Geleneksel bütçeleme ve yatırım kriterleri, uzun vadeli çevresel faydaları veya risk azaltmayı hafife alabilir, bu nedenle bu boşluğu doldurmak için yeni finansal araçlar ve ölçütler ortaya çıkmıştır. Başlıca finansal kolaylaştırıcılar şunlardır:
Yeşil tahviller ve sürdürülebilir finans: Son on yılda, yatırımları sürdürülebilirlik projelerine yönlendiren yeşil finans araçları patlama yaşadı. Yeşil tahviller bunun en iyi örneğidir. Bu tahvillerin gelirleri, çevreye faydalı projelere ayrılır. Yeşil tahviller, şirketlerin ve hükümetlerin istikrarlı getiri ve olumlu etki isteyen yatırımcılardan büyük sermaye havuzlarına erişmesine olanak tanır. OECD ve diğer kuruluşlar, bu pazarı düşük karbonlu geçişi finanse etmenin yenilikçi bir yolu olarak desteklemiştir. 2000'li yılların ortalarında ilk yeşil tahvillerin ihraç edilmesinden bu yana, ihraçlar hızla artmıştır. 2021 yılında yıllık küresel sürdürülebilir borç ihracı (yeşil, sosyal ve sürdürülebilirlik tahvilleri dahil) 1,3 trilyon ABD doları ile rekor seviyeye ulaşmış ve 2024’te bu miktar 973 milyar ABD doları olarak gerçekleşmiştir. Apple, Toyota ve Unilever gibi şirketler, tesislerinde yenilenebilir enerji tesisleri, elektrikli araç geliştirme veya sürdürülebilir kaynak kullanımı programları gibi projelerini finanse etmek için önemli miktarda yeşil tahvil ihraç etti. Sürdürülebilirlik bağlantılı krediler, yeşil tahvillerden farklı olarak, borçlunun faiz oranını sürdürülebilirlik performansına bağlayan bir başka araçtır. Örneğin, şirket bir hedefi gerçekleştirirse, kredi faiz marjı düşer; hedef gerçekleştirilemezse faiz artar. 2017 yılında başlatılan bu mekanizma, finansal teşvikleri yeşil sonuçlarla uyumlu hale getiriyor ve sadece birkaç yıl içinde 100 milyar doların üzerinde bir pazar büyüklüğüne ulaşarak hızla büyüdü. Bu tür araçlar, sürdürülebilirliği finansal stratejinin merkezine yerleştirerek, CFO'ları ve finans ekiplerini çevresel hedeflere dahil eder, çünkü daha iyi ESG performansı, kelimenin tam anlamıyla daha ucuz sermaye anlamına gelir. Ayrıca, şirketler, düşük karbonlu projeleri desteklemek için genellikle iç karbon fiyatlandırması (planlama amacıyla ton başına karbon fiyatı belirleme) kullanarak ESG kriterlerini iç sermaye bütçeleme ve yatırım kararlarına giderek daha fazla entegre etmektedir.
ESG yatırımı ve hissedar baskısı: Finansmanın diğer tarafında ise şirketler, yatırımcıların sürdürülebilirlik talebine yanıt veriyor. ESG yatırımlarının yükselişi, daha fazla hissedarın şirketleri sadece geleneksel finansal göstergelerle değil, sürdürülebilirlik ölçütlerine göre değerlendirdiği anlamına geliyor. Bu durum, şirketlerin yönetici ücretlerini sürdürülebilirlik hedeflerine bağlamasına yol açtı. Örneğin, ikramiye veya hisse senedi ödüllerinin bir kısmı emisyon azaltımı, enerji tasarrufu veya çeşitlilik hedeflerine ulaşılmasına bağlandı. Bu tür adımlar, üst yönetimin yeşil performansa finansal olarak hesap verebilir olmasını ve bunun önemi tüm organizasyona yayılmasını sağlar. Ayrıca, Climate Action 100+ (bir yatırımcı koalisyonu) gibi büyük girişimler, hissedarların harekete geçme tehdidiyle bazı en büyük emisyon üreticilerini net sıfır hedeflerine ve iklim bilgilerinin daha iyi açıklanmasına taahhüt etmeye zorlamıştır. Sonuç olarak, sermaye maliyeti ESG performansıyla bağlantılı hale gelmektedir: geride kalan şirketler yatırımların çekilmesi veya daha yüksek risk algısıyla karşı karşıya kalabilirken, liderler itibar priminden yararlanabilir. Sürdürülebilir yatırımcılar şu anda dünya çapında on trilyonlarca doları yönetmektedir ve bunların etkisi, şirketleri cazip yatırımlar olmaya devam etmek için kapsamlı değer zinciri sürdürülebilirliğini benimsemeye itmektedir.
Karbon fiyatlandırması ve mali teşvikler: Hükümetlerin öncülüğündeki finansal kolaylaştırıcılar da şirketlerin eylemlerini şekillendiriyor. Karbon vergisi veya emisyon ticareti sistemi gibi karbon fiyatlandırma mekanizmaları, emisyonlara mali bir maliyet getiriyor. Bu, değer zinciri kararlarını doğrudan etkiliyor: Karbon ücretleri nedeniyle kömürle çalışan bir santral işletmek veya karbon yoğun malzemeler kullanmak pahalı hale gelirse, şirketler verimlilik, yenilenebilir enerji veya alternatif malzemelere daha hızlı yatırım yapacaktır. Birçok şirket, yatırımlarını geleceğe hazırlamak için karar alma süreçlerinde önleyici olarak iç karbon fiyatı kullanmaktadır. Ayrıca, sübvansiyonlar, vergi kredileri ve kamu yeşil fonları da değer zincirinin yeşillenmesini teşvik etmektedir. Örneğin, sürdürülebilir malzemelerle ilgili Ar-Ge veya elektrikli kamyon satın alımına yönelik hibeler veya vergi kredileri, bu adımların yatırım getirisini artırmaktadır. Bazı ülkeler, yeşil projeler için daha düşük kredi faiz oranları veya kredi garantileri sunmaktadır. Karma finansman, sürdürülebilir tedarik zincirlerine yapılan yatırımların riskini azaltmak için özel sermaye ile kamu veya hayırsever fonların kullanıldığı başka bir yaklaşımdır (örneğin, küçük çiftçilerin sürdürülebilir uygulamalara geçişi için ödeme yapmak, bu da onlardan tedarik yapan şirketlere fayda sağlar).
Yeşil projelerin yatırım getirisi (ROI): Dönüşümü mümkün kılmanın önemli bir parçası, yeşil girişimlerin ekonomik açıdan mantıklı olduğunu göstermektir. Sürdürülebilirlik projeleri genellikle güçlü iş gerekçelerine sahiptir: enerji verimliliği iyileştirmeleri genellikle 1-5 yıl içinde enerji tasarrufu yoluyla kendini amorti eder, atık azaltma çabaları bertaraf maliyetlerini düşürür ve döngüsel modeller yeni gelir akışları yaratabilir. Sürdürülebilirlik ekipleri, bu ROI rakamlarını hesaplayarak ve vurgulayarak iç finansman sağlayabilir. Daha az somut faydalar (marka itibarı veya risk azaltma gibi) için, çevresel ve sosyal sonuçlara parasal değer atamak üzere toplam etki değerlemesi veya doğal sermaye muhasebesi gibi yöntemler gelişmektedir. Bazı ileri görüşlü şirketler, örneğin, şu anda emisyonları azaltarak gelecekte önlenecek maliyetleri veya sürdürülebilirlik alanında lider olmaktan kaynaklanan marka değerindeki artışı yansıtmak için gölge muhasebe kullanmaktadır. Yeşil yatırımların uzun vadeli finansal faydalarını iletmek, aksi takdirde kısa vadeli maliyetlere odaklanabilecek yönetim kurulları ve hissedarların desteğini almak için çok önemlidir. Güçlü sürdürülebilirlik performansına sahip şirketlerin uzun vadede daha iyi hisse senedi performansı ve daha düşük borç maliyetine sahip olduğu ve bu durumun finansal mantığı güçlendirdiği giderek daha fazla kanıtlanmaktadır. Örneğin, Deutsche Bank ve Hamburg Üniversitesi tarafından yapılan bir analiz (2015), incelenen çalışmaların çoğunda ESG ile kurumsal finansal performans arasında pozitif bir korelasyon olduğunu ortaya koymuştur. Nedensellik karmaşık olabilir, ancak iyi yönetilen, geleceğe odaklı bir şirketin ESG'yi iyi yönettiği ve bu nedenle finansal açıdan daha iyi bir yatırım olduğu algısı hakimdir.
Özetle, finansal kolaylaştırıcılar değer zincirinin dönüşümü için ekonomik ekosistemi oluşturur. Sürdürülebilirliğin sadece bir maliyet merkezi veya halkla ilişkiler çabası olmamasını, finansal planlama, risk yönetimi ve yatırım kararlarına entegre edilmesini sağlarlar. Yeşil finansmanı kullanarak, şirketler geleneksel ölçütlerle tek başına haklı çıkarmak zor olabilecek iddialı projeler gerçekleştirebilirler. Sürdürülebilir finansın yükselişi, gerekli sermayeyi iklim ve çevreye fayda sağlayabilecek firmalara ve girişimlere yönlendirerek bu boşluğu doldurmaktadır. Bu arada, iç finansal yönetişim de “yeşil” ve “kar” kavramlarının zıt güçler olarak değil, birbirini güçlendiren hedefler olarak görülmesi için gelişmektedir. Finansal stratejilerini sürdürülebilirlik stratejileriyle başarılı bir şekilde birleştiren şirketler, yeşil hedeflerine uygun finansman ve teşvik yapısına sahip oldukları için değer zincirinde gerekli değişiklikleri çok daha kolay uygulayabilmektedir.
5.8. Değer Zinciri Sinerjisi ve Örnekler
Önceki bölümlerde tasarım, üretim, lojistik, pazarlama ve kullanım sonrası aşamalarında birçok bireysel girişim özetlenmiştir. Ancak, değer zinciri odaklı bir yaklaşımın gerçek gücü, bu aşamaların birlikte çalışmasından kaynaklanan sinerjide yatmaktadır. Önceki bölümlerde vurgulandığı gibi, bir işletmeyi sürdürülebilirlik için dönüştürmek, farklı alanlardaki iyileştirmelerin birbirinden bağımsız olarak gerçekleşmesi yerine birbirini güçlendirmesi durumunda en etkili olur. Dönüşüm alanı sinerjisi ilkesi, şirketlerin teknoloji, süreçler, insanlar ve ortaklıkları ortak bir vizyon doğrultusunda koordine ederek sistematik bir şekilde değişiklikleri koordine ettiklerinde çığır açan bir performans elde ettikleri anlamına gelir. Değer zinciri bağlamında bu sinerji, bir aşamadaki kazanımların başka bir aşamadaki kazanımları mümkün kılması veya güçlendirmesi ve böylece parçaların toplamından daha büyük bir sonuç elde edilmesi anlamına gelir.
Değer zinciri aşamaları arasında koordinasyon neden bu kadar önemlidir? Bunun bir nedeni karşılıklı bağımlılıktır: Bir aşamadaki kararlar, bir sonraki aşamada fırsatlar yaratabilir veya ortadan kaldırabilir. Örneğin, bir ekip kolayca geri dönüştürülebilen bir gadget tasarlayabilir (tasarım aşaması), ancak lojistik ve satış sonrası ekipler bir geri alma programı oluşturmazsa bu tasarım potansiyeli boşa gider. Tersine, üretim yeni bir atıktan kaynak sürecini geliştirirse (üretim aşaması), pazarlama bunu marka hikayesine ve eko-etiketlere dahil edebilir (pazarlama aşaması), böylece tüketicilerin satın alma kararını artırarak daha fazla iyileştirme için motivasyon sağlar ve bu da olumlu bir geri bildirim döngüsü oluşturur. Her aşama birbirinden izole olduğunda, bu fırsatlar kaçırılır ve zincirin bir parçası, başka bir parçanın sürdürülebilirlik çabalarını istemeden baltalayabilir. Klasik bir tuzak, yükün kaydırılmasıdır: Bir alanda etkiyi azaltırken başka bir alanda artırmak. Örneğin, ambalajı çok hafif hale getirmek nakliye sırasında ürün hasarını artırabilir (reddedilme ve atıkların artmasına neden olabilir) veya daha sonra geri dönüştürülemez olduğu ortaya çıkan yeni bir malzeme kullanarak üretim emisyonlarını azaltmak, ürünün ömrünün sonunda kirliliğe neden olabilir. Entegre değer zinciri yönetimi, yaşam döngüsü analizi ve işlevler arası iş birliği yoluyla eylemleri bütünsel olarak değerlendirerek bu tür ödünleşmeleri önler.
Sinerjinin önemli olmasının bir başka nedeni, bazı sürdürülebilirlik zorluklarının ancak zincir boyunca ortak eylemlerle çözülebilmesidir. İklim değişikliği ve döngüsel ekonomi hedefleri genellikle tedarikçiler, distribütörler, tüketiciler gibi birçok paydaşın birlikte çalışmasını gerektirir. Dünya Ekonomik Forumu'nun yenilenebilir enerji endüstrisi üzerine yaptığı bir analizde, “yenilenebilir enerjinin sürdürülebilir gelişimi, malzeme tedarikçileri, ekipman üreticileri, proje geliştiriciler, operatörler ve geri dönüşüm şirketleri dahil olmak üzere değer zinciri boyunca ortak çabalar gerektirir” ve endüstri liderlerinin “tedarikçilerin desteklenmesi ve ömür sonu geri dönüşümü gibi iş birliği girişimleri yoluyla” faydaları en üst düzeye çıkarabileceği belirtilmiştir. Diğer bir deyişle, tek bir halka tek başına başarılı olamaz; net sıfır veya sıfır atık hedeflerine ulaşmak için baştan sona koordinasyon gerekir. Bu, sürdürülebilir tarım veya moda gibi geniş bir alanda da geçerlidir. Sistemik değişim, her halka uyum içinde hareket ettiğinde ortaya çıkar.
Tam bir değer zinciri yaklaşımının pratikte nasıl işlediğini göstermek için, yeşil entegrasyonu temel stratejisi haline getiren gerçek dünya şirketlerine bakabiliriz. Aşağıda, tüm değer zincirlerini yeşil ilkelerle uyumlu hale getiren iki küresel şirketin örneklerini sunuyoruz ve aşamalar arasında sinerjinin faydalarını gösteriyoruz:
Örnek 1: Schneider Electric – Uçtan Uca Değer Zincirini Yeşilleştirme
Çok uluslu bir enerji yönetimi ve endüstriyel otomasyon şirketi olan Schneider Electric, değer zinciri odaklı sürdürülebilirliğin çarpıcı bir örneğidir. Metal ve plastik gibi hammaddelerden enerji yoğun elektrikli ekipman üretimine, küresel ürün dağıtım lojistiğine ve ürünlerin uzun kullanım ömürlerine kadar önemli bir ayak izine sahip bir sektörde faaliyet gösteren Schneider, “sürdürülebilir bir dünyaya geçişi hızlandırma” misyonunu yerine getirmek için her aşamada sürdürülebilirliği benimsemesi gerektiğini erken fark etti. Şirketin yaklaşımı şunları içerir:
Tasarım ve Malzemeler: Schneider, “Green Premium” programı aracılığıyla ürün geliştirme sürecine eko-tasarımı entegre etmektedir. Green Premium etiketine sahip ürünler, RoHS uyumluluğu (tehlikeli madde içermez), enerji verimliliği ve ömür sonu geri dönüştürülebilirlik gibi çevre performansı konusunda sıkı kriterleri karşılamalıdır. Schneider, 2025 yılına kadar ürün gelirlerinin %80'inin Green Premium ürünlerinden elde edilmesini hedeflemektedir. Pratikte bu hedef, transformatörlerdeki geleneksel yağ bazlı yalıtım malzemelerinin biyolojik olarak parçalanabilir bitkisel yağlarla değiştirilmesi ve elektrik muhafazalarında geri dönüştürülmüş plastiklerin kullanılması gibi tasarım seçimlerini teşvik etmiştir. Schneider ayrıca, iyileştirmeleri ölçmek için yaşam döngüsü değerlendirmesini Ar-Ge'ye entegre etmiştir. Örneğin, mühendisleri, maliyetleri artırmadan malzeme miktarını azaltarak ve geri dönüştürülebilir içeriği artırarak, popüler bir devre kesicinin Küresel Isınma Potansiyelini %15 oranında azaltacak şekilde yeniden tasarladı. Şirket, sorumlu tedarik için tedarikçileriyle yakın iş birliği içinde çalışıyor. Bakır, çelik, alüminyum ve elektronik parçalar ISO 14001 sertifikası ve insan hakları kriterleri dahil olmak üzere Schneider'in sürdürülebilir tedarik zinciri standartlarına uyan tedarikçilerden temin ediliyor.
Üretim: Schneider Electric, faaliyetlerini yeşil hale getirme konusunda agresif bir yaklaşım sergilemiştir. Birçok rakibinden çok önce, 2025 yılına kadar karbon nötr ve 2030 yılına kadar net sıfır faaliyetler gerçekleştirme taahhüdünde bulunmuştur. Schneider, küresel üretim tesislerinde HVAC ve basınçlı hava sistemlerinin optimizasyonundan atıkları ortadan kaldırmak için akıllı enerji sayaçlarının kurulumuna kadar 300'den fazla enerji verimliliği projesi uygulamıştır. Ayrıca tesislerinde yenilenebilir enerji kullanmaya başlamıştır, birçok tesiste güneş panelleri bulunmaktadır ve şirket küresel olarak yenilenebilir elektrik satın almaktadır. Schneider, son beş yılda operasyonel CO₂ emisyonlarında %50'nin üzerinde azalma kaydetti. Schneider'in birkaç fabrikası, sürdürülebilirlik ve verimliliği artırmak için Endüstri 4.0 teknolojilerini uyguladığı için WEF'in Küresel Fener Ağı tarafından ödüllendirildi. Önemli olan, Schneider'in sadece kendi fabrikalarını optimize etmekle kalmayıp, eğitim ve denetimler yoluyla en iyi uygulamaları sözleşmeli üreticilerine ve ana tedarikçilerine de yayarak üretim ağındaki etkisini artırmasıdır.
Lojistik: Schneider Electric'in tedarik zinciri 100'den fazla ülkeye yayıldığından, lojistik ayak izinin önemli bir bölümünü oluşturmaktadır. Şirket, yeşil lojistik optimizasyonu için özel bir programa sahiptir. Dağıtım ağını seyahat mesafelerini azaltmak için yeniden düzenlemiş ve kamyonların tam yükle ve verimli rotalarda seyahat etmesini sağlamak için rota planlama yazılımına yatırım yapmıştır. Schneider, hava kargo taşımacılığından deniz ve kara taşımacılığına giderek daha fazla geçmektedir. Örneğin, mümkün olduğunda, kıtalar arası taşımacılık için sevkiyatları birleştirerek demiryolu veya gemiyle taşıyarak emisyonları önemli ölçüde azaltmaktadır. Şirket ayrıca filosunu elektrikli araçlara geçirme sürecine de başlamıştır: Schneider, Avrupa'da kentsel alanlarda son kilometre teslimatları için elektrikli teslimat kamyonetleri kullanmaya başlamış ve araçların sayısının artmasıyla bu uygulamayı genişletmeyi planlamaktadır. Schneider'in yaklaşımının yenilikçi bir yönü, lojistik emisyonları konusunda tedarikçileriyle iş birliği yapmasıdır. Schneider, “Sıfır Karbon Projesi” kapsamında, nakliyeciler dahil en büyük 1000 tedarikçisiyle 2025 yılına kadar CO₂ emisyonlarını yarıya indirmek için çalışmaktadır. Bu, nakliye şirketlerini Euro VI veya elektrikli kamyonlara geçmeye, alternatif yakıtlar kullanmaya ve ilerlemelerini raporlamaya teşvik etmeyi içeriyor. Schneider, lojistik emisyonlarını takip ediyor ve 2024'ten itibaren lojistik hizmet sözleşmelerini emisyon performansına bağlamaya başladı. Ambalajlama konusunda ise Schneider, birçok ürününü optimize edilmiş ambalaj tasarımlarına geçirdi. Örneğin, palet konfigürasyonlarını yeniden tasarlayarak ağır şalt cihazlarının ambalaj hacmini azalttı, bu da konteyner kullanımını iyileştirdi ve yıllık ahşap ve karton kullanımını binlerce ton azalttı. Ayrıca, fabrikalar ve tedarikçiler arasında taşınan belirli bileşenler için yeniden kullanılabilir ambalaj sandıkları kullanmaya başladı ve tek yönlü atıkları önleyen bir kapalı döngü oluşturdu.
Pazarlama ve Satış: Sürdürülebilirlik, Schneider Electric'in müşterilerine sunduğu değer önermesinin merkezinde yer alıyor. Şirket, ürün ve hizmetlerini enerji verimliliği, dayanıklılık ve iklim eylemi için çözümler olarak açıkça pazarlamaktadır. Schneider'in satış ekipleri, müşterilerin ürünlerini kullanarak elde edebilecekleri enerji ve karbon tasarruflarını ölçmek için eğitilmiştir. Örneğin, bir bina otomasyon sistemi veya değişken hızlı sürücünün bir müşterinin enerji maliyetlerini ve emisyonlarını %X oranında nasıl azaltabileceğini gösterir. Bu yaklaşım, sürdürülebilirliği bir gelir kaynağına dönüştürmüştür: Kendi ESG hedeflerine ulaşmak isteyen müşteriler, Schneider'in tesis genelinde enerjiyi izlemeye ve optimize etmeye yardımcı olan IoT özellikli platformu EcoStruxure gibi çözümlerine yönelmektedir. Schneider, kurumsal sürdürülebilirliği konusunda da şeffaftır, denetlenmiş ölçütleri içeren yıllık bir sürdürülebilirlik raporu yayınlar ve SASB ve TCFD gibi çerçevelere uyum sağlar. On yılı aşkın bir süredir Dow Jones Sürdürülebilirlik Endeksi gibi endekslerde yer almaktadır. Tüm bunlar, Schneider'in “Etkili Şirket” markasını güçlendiriyor. Pazarlama materyallerinde Schneider, sürdürülebilir bir gelecek için enerji ve verimlilik çözümleri sunma amacını vurgulayarak, iklim değişikliğinin etkilerini azaltmak isteyen müşteriler ve politika yapıcılarla aynı frekansta konuşuyor. Ayrıca, Schneider'in ürünleri çevre beyanları (EPD'ler) taşımaktadır ve şirket, daha güçlü bina verimlilik kodları ve karbon fiyatlandırması gibi politikaları savunarak, yeşil ekonomiye geçişte düşünce lideri olarak konumlanmaktadır. Pazarlamanın sürdürülebilirlikle uyumlu olması, Schneider'i rekabetçi bir pazarda farklılaştırmakla kalmayıp, aynı zamanda şirketin müşterilerin ortaya çıkan sürdürülebilirlik gereksinimlerine uyum sağlamasını da garanti ediyor.
Satış Sonrası ve Döngüsellik: Schneider Electric, sorumluluğunun ürün satışı ile sınırlı olmadığını, ürünün kullanım performansı ve ömrünün sonuna kadar uzandığını kabul etmektedir. Şirket, müşterilerin ürünleri daha verimli kullanmasına yardımcı olacak, optimizasyon konusunda tavsiyelerde bulunan uzaktan enerji izleme hizmetleri gibi hizmetler geliştirmiştir. Schneider ayrıca, ekipmanların ömrünü uzatmak için bakım ve yükseltme hizmetleri de sunmaktadır. Önemli bir örnek, orta gerilim şalt cihazları için döngüsel hizmetleridir: Müşterilerin tamamen yeni şalt cihazları satın alması yerine, Schneider eski şalt cihazlarını yeni dijital modüller veya SF6 içermeyen teknoloji ile yenileyerek, yeni bir ünite üretmenin malzeme ayak izi olmadan ekipmanın performansını ve güvenliğini modernize edebilir. Ömrünün sonunda, Schneider belirli ürün grupları için geri alma programları yürütmektedir. Kullanılmış devre kesiciler, sürücüler ve diğer ekipmanları yeniden üretim veya geri dönüşüm amacıyla toplar. Bazı durumlarda Schneider, eski ekipmanları yeniden üretip yeniden satış için sertifikalandırır ve bu da maliyet duyarlı müşteriler için cazip olur ve ürünlerin dolaşımda kalmasını sağlar. Ayrıca firma nadir malzemeleri geri kazanır ve geri dönüştürür. Örneğin, kesicilerden elde edilen bakır ve gümüş kontaklar geri kazanılır ve üretime geri verilir. Schneider'in döngüselliğe olan bağlılığı, 2030 yılına kadar endüstriyel atıklarının tamamını geri dönüştürmek ve tüm tesislerinde çöp sahasına gönderilen atık miktarını sıfıra indirmek ve ürünlerinde geri dönüştürülmüş malzeme oranını artırmak hedeflerinde özetlenmektedir. Daha uzun ömürlü ürünler tasarlayarak ve malzemeleri geri kazanmak için döngüler oluşturarak Schneider, değer zincirinin kaynak yoğunluğunu istikrarlı bir şekilde azaltmaktadır. Bu, aynı zamanda şirketi hammadde fiyatlarındaki dalgalanmalardan korur ve dünya çapında gelişen e-atık düzenlemelerine uyumu güçlendirir.
Dijital ve Finansal Kolaylaştırıcılar: Schneider Electric, sürdürülebilirliği ilerletmek için kendi dijital inovasyonunu kullanır. Tüm Schneider fabrikaları ve birçok iş ortağı tesisi, gerçek zamanlı çevre verileri için EcoStruxure kullanarak şirketin verimsizlikleri hızlı bir şekilde tespit etmesini sağlar. Tedarikte yapay zekâ kullanarak tedarikçilerin sürdürülebilirlik risklerini analiz eder ve lojistikte talebi tahmin ederek envanter yerleşimini optimize eder. Finansal açıdan Schneider, sürdürülebilirliği performansa bağlar. Örneğin, çalışanların ikramiyelerini etkileyen bir sürdürülebilirlik puan kartı (Schneider Sustainability Impact, SSI) kullanır. Schneider, sürdürülebilirlikle bağlantılı kredi olanağı imzalayan ilk sanayi şirketlerinden biri oldu. 2021 yılında, 2 milyar avroluk kredi limitini, faiz oranının sürdürülebilirlik performansına (özellikle SSI puanı ve karbon ayak izindeki azalmalara) göre değişecek şekilde dönüştürdü. Bu, sürdürülebilirlik iyileştirmelerinin planlandığı gibi devam edeceğine olan güvenini yansıtıyor, çünkü hedeflere ulaşılamaması, kelimenin tam anlamıyla daha fazla faiz maliyeti anlamına geliyor. Ayrıca Schneider, yeşil finansmanı da kullanıyor: 2019 yılında, ekolojik tasarım ve tesislerinde yenilenebilir enerjinin yaygınlaştırılmasına yönelik Ar-Ge faaliyetlerini finanse etmek için 500 milyon avroluk yeşil tahvil ihraç etti. Bu kolaylaştırıcı unsurlar, Schneider'in iddialı değer zinciri programlarının gerekli veri ve sermaye ile desteklenmesini sağlıyor.
Schneider Electric, sürdürülebilirliği değer zincirinin her halkasına entegre ederek önemli faydalar elde etti. Çevresel açıdan, 2050 yılına kadar tüm değer zincirinde net sıfır olmaya doğru ilerliyor. Emisyonlarının yaklaşık %80'inin Kapsam 3'e ait olduğu düşünüldüğünde, bu özellikle dikkat çekicidir ve tedarikçilerle ve ürün tasarımıyla olan derin bağlılığını vurgulamaktadır. Schneider'in yaklaşımı, pazar konumunu da güçlendirmiştir: Sürdürülebilirlik odaklı ürünler satışların giderek artan bir payını oluşturmaktadır ve şirket, kendi sürdürülebilirliklerini iyileştirmek isteyen müşteriler için sıklıkla tercih edilen iş ortağıdır, yani olumlu bir dalga etkisi yaratmaktadır. Finansal açıdan, Schneider'in hisseleri yüksek ESG derecelendirmeleriyle ödüllendirilmiştir ve şirket, kısmen sürdürülebilirlik odaklı yaklaşımından kaynaklanan daha düşük enerji maliyetleri ve inovasyon sayesinde birçok rakibini sürekli olarak geride bırakmaktadır. Belki de en önemlisi, Schneider Electric örneği, tasarım, üretim, lojistik, pazarlama ve ürün ömrü sonu aşamaları arasında koordineli eylemlerin nasıl tutarlı bir strateji oluşturduğunu göstermektedir.